Fakih İsa el-Hakkâri ve Filistinli Esirler
Davalar, nitelikli insanların omuzlarında yürür. Haçlılarla mücadelede Müslümanların muzaffer olmasını sağlayan etkenlerden biri, Gazzâlî sonrasında nitelikli Müslüman insanın yeniden yetişmesi ve görünürlük kazanmasıdır.
Fakih İsa Ziyaeddîn el-Hakkâri, o çağda yetişen nitelikli Müslüman neslin önderlerindendir. Aslen Hakkârili olan Fakih İsa, bir süre Cizre’de öğrenim gördükten sonra Halep’e geçti. Orada Züccâciyye Medresesi’nde öğrenimine devam etti, fıkıhta ihtisas sahibi olarak “fakih” unvanı aldı, fıkıh dersleri verdi.
Muhtemelen o süreçte Selâhaddîn-i Eyyûbî Hazretlerinin amcası Esidüddîn Şirkûh ile tanıştı ve onun imamı oldu. Vefeyât müellifi İbn Hallikân’ın ifade ettiğine göre, muttaki komutan Şîrkûh günde beş vakit namazını ona tabi olup kılardı. Fakat o, vazifesini medrese ve cami ile sınırlandırmamıştı. Kardeşleri Zahirüddîn ve Mecdüddin’le birlikte bizzat cihada katılırdı. Devrin mücahid âlimlerinin simge bir ismi olarak kardeşleri ile birlikte asker gibi giyinir ama başında ulema sarığı bulunurdu.
Fakih İsa; Şîrkûh’un diğer cihad harekâtları gibi Mısır seferlerine de katıldı. Şîrkûh, Mısır’a hâkim olduğunda ve orada vefat ettiğinde yanında idi. Orada Şîrkûh’un yerine Selâhaddin’in seçilmesini sağlayarak tarihe geçti.
Pek çok emîr, sultanlığa adaydı ama Fakih İsa, bilge kişiliği ile bazı hırslı emîrlerin dışarıda kalmasına, diğerlerinin ise Selâhaddin’i desteklemesine vesile oldu ve o tarihî görev için Selâhaddin’in seçilmesini sağladı.
Selâhaddin, 1177’de Remle yakınlarında Kudüs istilacısı Haçlılara karşı cihadda iken ani bir baskına uğradı ve yeğeni Takiyüddin Ömer’le birlikte kahramanca savaşmasına rağmen askerleri dağıldı. Şiddetli yağmur altında zemin çamura bulanmış, atlar baskın hâlinde şaşkınlık içinde binicilerini çölün bilinmezliğine doğru götürmüşlerdi.
O baskında atının çöle savurduklarından biri de Fakih İsa idi. Kendisini Haçlılardan korudu ama Bedevîler, hâline bakıp Hz. Yusuf’u köle pazarında satan tüccarlar misali, ondan iyi para kazanırız diyerek onu Haçlılara esir olarak sattılar.
Haçlılar, Fakih İsa’yı alıp Kudüs’e götürdüler ve değerinin farkında olarak zindana attılar. Fakih İsa, zindanda hastalandı ve ancak Hıristiyan bir Arap doktorun tedavi etmesiyle iyileşti. Aynı doktorun aracı olmasıyla zindan koşulları, bir tür ev hapsiyle hafifletildi. Ama nihayetinde Selâhaddin’den ve Allah yolunda cihaddan uzakta, kendilerine karşı savaştığı düşmanların elindeydi.
Remle vakasından sora iki ay gibi kısa bir sürede toparlanan Selâhaddin, ilk günden Fakih İsa’yı kurtarmak için uğraştı. Lâkin Haçlılar öyle kıymetli bir esiri verecek değildiler. Nihayet 1180 yılında, esaretinden yaklaşık üç yıl sonra fırsat oluştuğunda Selâhaddin, onu tam altmış bin dinar fidye karşılığında hürriyetine kavuşturdu.
Altmış bin dinarın o günlerde ne kadar büyük bir para olduğunu anlamak için şunu hatırlatmakta yarar vardır: Selâhaddin, Nûreddin’in yerine geçmek üzere Şam’dan sultanlık daveti almış ve yola çıkmıştı. “Efendim, şehirler ya orduyla ya da parayla alınır. Askeriniz göründüğü üzere az, para durumunuz ne?” diye sordular. “Elli bin dinarımız var!” dedi. Hatta kimilerine göre sadece on bin dinarı vardı. Fakih İsa’nın hürriyeti için neredeyse bir yıllık devlet bütçesi harcanmıştı. İbnü’l-Esîr’e göre Fakih İsa’nın hürriyeti buna değerdi.
Üstelik Selâhaddin, bu parayı ellerine geçirdikleri her kuruşu İslam beldelerini istila için kullanan Haçlılara ödüyordu. Derinlikten yoksun bir yaklaşım, Selâhaddin’in bir esir için Haçlıları zengin ettiğini bile söyleyebilirdi, muhtemelen Halep ve Musul gibi muhalefet merkezlerinde bu dedikodu da yapılmıştır. Ama Selâhaddin, bunlara aldırış etmemiş ve bir Müslüman’ı esaretten kurtarıp hürriyetine kavuşturmak için Haçlıların hazinesini doldurmaktan dahi sakınmamıştır.
Fakih İsa hürriyetine kavuştuktan sonra makamına geçti, vazifesine kaldığı yerden devam etti. Abbâsî Halifesi gibi önemli şahsiyetlere elçi olarak gönderildi. Kudüs ve Mescid-i Aksâ’yı hürriyete kavuşturan cihadın şanlı kahramanlarından biri oldu. Daha sonra Akkâ cihadında da bulundu. 19 Aralık 1189’da Salâhaddîn’le birlikte orada ünlü Harrube karargâhında iken cihad hâlinde vefat etti ve cenazesi nakledilerek Mescid-i Aksâ’nın yanı başına defnedildi. Allah rahmet eylesin.
Selahaddin’in bir devlet bütçesi ödeyerek kurtardığı esir, sadece Fakih İsa değildir. Selâhaddin’in büyük emîri Seyfeddin Ali b. Meştûb el-Hakkâri de bir dönem esir düştüğünde Selâhaddin onu kurtarmak için tam elli bin dinar gibi muazzam bir fidye ödemiştir. Bu fidye de çok konuşuldu. Zira hem çoktu hem de Haçlılar gibi azılı bir düşmana veriliyordu. Ama Müslümanların esaretten kurtarılmaları Selâhaddin için davanın bir yanı olduğundan o, hem parayı gözden çıkardı hem yapılacak dedikodulara göğüs gerdi. Hak bildiği yolda yürüyerek İslam kahramanlarına hürriyetin yolunu açtı.
Nihayetinde İslâm kahramanlarının hürriyeti de İslam’ın beldeleri gibi mukaddestir. Onları kurtarmak da İslam beldelerini kurtarmak gibidir. Selâhaddin, adeta bu ilke ile hareket etmiş ve Müslüman esirlerin kurtarılmalarına büyük ehemmiyet vermiştir.
FİLİSTİN’DE YENİDEN ESARET
Selâhaddin’in hazinesini boşaltıp dinarlarını Haçlılara vererek Fakih İsa el-Hakkarî ve diğer dava arkadaşlarını kurtarmasının üzerinden yaklaşık 850 yıl geçti. Ama bugün Müslümanlar, Mescid-i Aksâ davasında yeniden esir düşmekteler. O gün Müslümanları Haçlılar esir alıyordu, bugün Siyonistler esir alıyorlar.
Filistin halkı, bugün Mescid-i Aksâ davasının hem mağduru hem mücahididir. Filistin ve Kudüs’ü istila eden Siyonistler, Filistinlileri mücadeleden vazgeçirmek için esareti bir savaş aracı olarak kullanmaktadır. Esaret politikası üzerinden Filistin halkını bezdirip sindirmeyi hayal ediyorlar.
Filistin Esirler Cemiyetinin Ocak 2022’de verdiği bilgilere göre, 2021 yılı sonu itibariyle Siyonist zindanlarındaki Filistinli esir sayısı 4 bin 600'ü buldu. Onların biri kız çocuğu olmak üzere otuz dördü kadın, yüz altmışı çocuk. Beş yüzü “idari tutuklu”. Aralarında aynı zamanda Filistin Yasama Konseyi’nden dokuz milletvekili bulunmaktadır. 1967’den bu yana Siyonistler, 700 bin Filistinliyi “tutuklama” adı altında esir aldılar.
Filistin’de mukim Filistin nüfusunun beş milyon civarında olduğu düşünülürse bu çok büyük bir rakam ve esaret, neredeyse her Filistinli ailenin sürekli maruz kaldığı bir hâl.
Fakat sorunun dehşeti, bu rakamlarla sınırlı değil. Sadece geçen yıl “tutuklama” adı altında esir alma sayısı, sekiz bin civarında. Siyonistler, sık sık esir alıp zindana atmakla, Filistin’de esareti kronik bir süreklilik niteliğine büründürmüş. Filistin halkı, kendisini her gün esaretle yüz yüze buluyor. Fiili bir savaş çoğu zaman söz konusu değilken geçenlerde olduğu gibi kartopu atan çocuklar dahi eften püften sebeplerle ellerine ters kelepçe, gözlerine bandaj vurulup esir ediliyor. Bir kartopu keyfi dahi çocuklara çok görülüyor.
Bu kronik bir esir alma hâlinden de öte Filistin halkına yönelik zulmü her an hissettirmek için uygulanan kronik bir huzursuzluk ve işkence yöntemidir. Filistin halkını sürekli tedirginlik hâlinde tutma işkencesidir. Burada tatbik edilen zulüm, Filistin’in çevresinin sarılı olduğu, dolayısıyla bütün Filistin’in üstü açık bir cezaevi niteliğinde olduğu düşünülürse cezaevindeki mahkûmlarının gelişigüzel işkenceye götürülmesinden farksızdır.
Esaretin bir işkence politikasına dönüştürüldüğüne dair en mühim kanıtlardan biri “idari tutuklama” denen esaret biçimidir. Bu esaret biçimi en son Hişam Ebû Hevaş’ın eylemiyle gündeme geldi. Ebû Hevaş, bu esaret tarzını protesto etmek için yüz kırk bir gün açlık grevinde kaldı. Nihayetinde grevini 6 Ocak’ta ölüm döşeğinde bitirdi.
“İdari tutukluluk” adı altındaki esaret tarzı, 1967’den biri Siyonistler tarafından sürdürülüyor. Dayandıkları yer, İngiliz sömürge dönemindeki Olağanüstü Hâl Yasası. Malum olağanüstü hâl sürelidir. Oysa Filistin’de olağanüstü hâl bir yana sıkıyönetim, cezaevi, işkence koşulları hep var. Siyonist ordu; iç istihbarat teşkilatı Şabak (Şin-Bet) ile iş birliği hâlinde, işgal altındaki Batı Şeria'da "ileride suç işleyebileceği" gerekçesiyle Filistinlileri “idari tutuklu” etiketiyle esir alıyor.
“Siyonistler, 1967'den itibaren 700 bin Filistinliyi esaret sürecine tabi tuttular. Bunlardan 50 bini idari esaret olarak gerçekleşti. Bugüne kadarki idari tutuklamaların neredeyse yarısı 2000-2014 arasında yaşandı.
Siyonistler, özelikle 2003’te gerçekleşen İkinci İntifada ve 2015’ten bu yana mücadelenin yeni bir zemin kazandığı bir süreçte “idari esaret”e daha çok başvuruyor. Sadece 2021'de 1595 idari esaret vakası yaşandı.
“İdari esaret” tarzında esir alınan Filistinliler, 8 gün içinde askeri mahkemeye çıkartılıyor. Ancak burada esir Filistinli veya avukatı, askeri savcının mahkemeye sunduğu esaret gerekçesini, bununla ilgili delilleri "güvenliğe zarar verebileceği" mazeretiyle öğrenemiyor. Bu nedenle bir yargı süreci ya da savunma mümkün değil. Bizzat bazı Yahudi kuruluşlara göre, “askeri mahkemeler” esir alınan kişiler hakkında "otomatik onay mercileri" gibi hareket ediyor.
Filistinliler, haklarındaki suçlamayı öğrenemeden ve kendilerini savunma hakkından mahrum biçimde 6 aya kadar zindana atılabiliyor. Altı ay sonra yeniden askeri mahkemeye sevk edilen ancak suçlamadan habersiz bir Filistinlinin esaret süresi defalarca yeniden uzatılabiliyor. Örneğin, HAMAS'ın önde gelen liderlerinden Hatim Kafişa, Siyonist zindanlarında 15 yıl süreyle aralıksız olarak idari esaret tarzına maruz kaldı.
Siyonist karakol ve zindanlarında şartlar çok kötü. 2003 öncesi Türkiye’sinde “Filistin Askısı” diye adlandırılan “israil Askısı”nın menşei, tek başına Siyonist karakol ve zindanlarındaki koşulları izaha yetiyor. Bedenin ağırlığının omuzlara baskı yapacağı şekilde omuz ve kollardan asılma biçimindeki bu işkence, bizzat Siyonistler tarafından Türkiye’deki işkencecilere öğretilmiş ve ancak 2003’teki iktidar değişikliği sırasında o işkenceye son verilmiştir.
Öte yandan Siyonistler, esir ailelerine yaptıkları baskı ve görüşlerde çıkardıkları zorluklarla esareti ailelere karşı da bir sindirme silahı olarak kullanıyorlar. Aile, esaret boyunca sadece fertlerinden uzakta kalmıyor. Aynı zamanda Siyonist baskıya uğruyor ve görüşler sırasında sürekli darp edilerek, psikolojik işkenceye tabi tutularak, hakaret edilerek işkencede tutuluyor.
2022 AKSÂ VE ESİRLER YILI
Filistin Esirleri Cemiyeti ve Filistin’in diğer kurumları, Filistin’de esaret gerçeğinin geldiği boyutu dünyaya duyurmak ve Filistin esirleri ve aileleri ile dayanışma hâlinde bulunmak için 2022’yi “Aksa ve Esirler Yılı” olarak ilan ettiler.
Bu bağlamda bir dizi programın gerçekleşmesi için bir uğraş söz konusudur. Aynı zamanda daha önce gerçekleştirilen diğer programlarda da bu yıl esir konusunun özellikle vurgulanması planlanıyor. Yine 17 Nisan Filistin Esirler Günü’nde mevzunun anlaşılmasına yönelik programların yapılması hedefleniyor.
Filistin sorunu, Siyonistlerin esaret politikasıyla tam bir “esaret sorunu”na evirilmek üzeredir. Bu zulüm politikası o kadar yıpratıcı ki Filistinlilerin topluca bulunduğu herhangi bir ortamda uzun yıllar esarette kalanları kolaylıkla seçebiliyorsunuz.
2022 Miladi yılı boyunca uygulanacak söz konusu programların bir nebze olsun, dikkatlerimizi Filistin’e çekmesi, Siyonist liderlerin yüzlerindeki maskeleri düşürüp Filistin ile dayanışma hâlinde olanlara kuvvet vermesi ümit ediliyor.
İnşaallah, Fakih İsa’lar; Seyfeddin Ali’ler kurtulacak ve Mescid-i Aksâ’yı hürriyetine kavuşturmuş olarak orada namaz kılacaklardır.