Ya “Dinsiz Medeniyet” ya “Medeniyetsiz Bir Din”!
İslam, medeniyet getiren bir dindir. İlk dönemde İslam’la şereflenme, salt bireysel takva anlamında değildir, aynı zamanda dünyevi bir yükseliştir. Hem manevi hem maddi bir yol alıştır.
İlk yüzyıllarda Müslümanlaşan her toplum, aynı zamanda medenileşmiştir. Sonraki dönemlerde kimi toplumlar Müslümanlaştığı hâlde medenileşmemiştir. Farklı sebeplerle İslam’ın temel ahlak ilkeleri ve ibadetler anlamında “din” yanını terk edip mürtet olanlar olduğu gibi İslam’ın medeniyet yanını terk edenler de olmuştur.
Belli bir yaşta olanlarımız şöyle bir hafızalarını yoklasınlar: Bembeyaz giysiler içinde itina ile camiye doğru yol alan yaşlılar… Ayakları bir kirli suya tedbirsiz basar da elbiselerine necaset bulaşır endişesiyle adımlarını adeta sayarak atanlar… Beyaz elbiseyi esasen necis bir nokta alırsa görünsün diye özellikle tercih ederlerdi. Ama aynı yaşlılara, bırakın kendilerini sokak necasetinden kurtaracak kanalizasyon şebekesi kabul ettirmeyi, düzgün bir lavabo inşa etmeyi bile kabul ettiremezdiniz. Köylerde buna kalkışan hocalar, en çok o itinalı yaşlı kesimin tepkisiyle karşılaşırlardı. Böyle gördük, bundan sonra da böyle kalsın der, kararlarından asla caymazlardı.
Yörüklükten gelmeydiler, birkaç ata çadır veya mağaralarda ikamet etmişlerdi. Müslümanlaşırken kültürlerinden kurtulup İslam medeniyetine teslim olmamışlardı ya da bir dönem medenileştikten sonra tekrar kırsala geçip kültür havzasına mahpus olmuşlardı.
Bugünün İslam dünyasında böyle bir kesimin hâlâ varlığı ve özellikle Güney Asya ile Afrika’da yoğunlaştığı malumdur.
Geçen yüzyılın başında Büyük Britanya’nın İslam yurtlarının bağımsızlıklarını kazanacağını anladığı bir süreçte İslam’ın medeniyet yanı ile sözü edilen anlamda “din” yanı üzerinde çok ciddi kafa yorduğu anlaşılmaktadır.
Büyük Britanya, bu hususta nasıl kararlar almış, bunlar devlet sırrı olarak kaldığından bilemiyoruz. Ama Thomas W. Arnold ile Arnold Joseph Toynbee’nin çalışmalarına birlikte bakıldığında Britanya’nın öncelikle, İslam’ın medeniyet yanı ile başının belada olduğunu gördüğünü ve buna karşı çözümler aradığını biliyoruz.
Thomas W. Arnold, İslam’ın “din” olarak engellenemeyeceği kanaatinde, Toynbee ise İslam’ın medeniyet yanını engellemekle yetinme kararında görünüyor. Dolayısıyla süreç, en azından ABD’ye yerleşen Bernard Lewis’in kontrolüne geçinceye kadar, İslam’ın medeniyet yanını engelleme üzerinde odaklanma yönünde işlemiş olmalıdır.
Batı, 19. yüzyıldan başlayarak İslam dünyasına “dinsiz bir medeniyet” dayattı. 20. yüzyılın ortalarından itibaren, bu mümkün değilse bari “medeniyetsiz bir din”le baş başa kalsınlar, diye bir ortak karara geçti mi? “Medeniyetsiz bir din” anlayışı, bize özellikle dayatıldı mı? Kesinlikle araştırılmaya değerdir. Söz konusu devletlerin arşivleri açılmadıkça öğrenebilir miyiz? En azından doğruya en yakın yorumlara ulaşabiliriz.
İster bir Batı planlaması olsun ister de İslam dünyasının yüzyıllar önce duran üretimi ile ilişkili olsun, İslam dünyasında medeniyetsiz bir din anlayışına sahiplenen güçlü yapıların olduğu muhakkaktır. Zannedildiği gibi bunlar, hep birilerinin “geleneksel dünya” dedikleri değildir. Aksine son yıllarda İslam aleminde ciddi bir neo-seküler “eski”lerle karşı karşıyayız. Kimi zaman “yorgun” diye nitelenen, hakikatte Batı ile kurdukları çok yönlü temaslar sonucu “değişip” İslam’ın siyasî taleplerinden caymayı, o talepleri ebediyen ertelemeyi öneren kişi ve gruplar… Bunların “geleneksel” diye nitelendirdikleri yapılar, bunlardan daha cesur ve daha isabetli…
Bunlar, kendilerini yenileyemeyen bazı “eski” yapılarla buluşmuş, İslam alemine İslam öncesi Mekke’deki durum misali bir “Hanifleşme”yi öneriyorlar. Bu öneri ilk anda da kulağa tatlı geliyor. Oysa o anlamda “Hanifleşme”, toplum noktasında şikâyet etmekle yetinip müdahaleden uzak durma; siyaset kurumu açısından ise gönüllü olarak sistem dışı kalmayı kabullenme anlamına geliyor.
Bu bağlamda Resûl-i Ekrem’i o biʿset öncesi Haniflerden ayıran; toplumu ıslah ve siyasi nizamı değiştirme çağrısıdır. İslam, yeni bir Şeriat getirdi ve o söz konusu Haniflik hâli o Şeriat öncesinde kaldı.
Bir dönem Müslümanlara “Mekke Dönemi”ni dayatmaya çalışanların, bugün Hanifliği dayatmaları, bir yanıyla acziyetlerini gösterse de hile kurma konusundaki kararlılıklarına da işaret eder.
Hiç kusura bakmasınlar! Onların önümüze koyduğu “din”le yetinmedik, yetinmeyeceğiz.
Onlar istemese de İslam Medeniyeti’nin ayak sesleri gümbür gümbür geliyor. Seyyid Kutup’un “İslam Medeniyet”tir diye meydan okuduğu günlerde sayıları her şehirde iki elin parmağını geçmeyen gençler, artık İslam aleminin dört bir yanında toplumsal ve siyasi yaşamı etkiliyorlar, etkilemeye devam edecekler…