Muhafazakâr Mahcubiyeti Aşmak!
Osmanlının son yüzyılından bugünlere kadar gelişen süreci, edebî birikim ve hatırat üzerinden okuyanlar bir yana, resmi tarihten dahi okuyanlar, “Osmanlıyı kim batırdı?” ve “Türkiye; Japonya ve Almanya’nın gelişme düzeyini yakalayamamışsa bundan kim sorumlu?” sorusunun cevabını bulurlar.
Bu soruların cevabını bulmak için, Ebu Ziya Tevfik’in “Yeni Osmanlılar”, Cemal Kutay’ın “Talat Paşanın Gurbet Hatıraları”, Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” gibi, birbirini tamamlayan kapsamlı hatıra kitaplarını ya da Yakup Kadri’nin realist romanlarını okumak gerekmez.
Defalarca kırpılmış resmi tarih bile bize hakikati göstermeye yetiyor. Kendilerini “seküler/laik/çağdaş” olarak tarif eden, hakikatte Batı bağımlısı olmaktan başka görünür nitelikleri olmayan bir yapı, 1800’lü yıllarından başlayarak;
Sizi Tanzimat’la kurtaracağız, dediler. Onun üzerine Islahat Fermanı’nı eklediler.
Yetmedi, Meşrutiyeti ilan ettiler, o da yetmedi ona II. Meşrutiyeti eklediler. Olmadı. 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) ihtilal yaptılar. Yeni yetme Balkan ülkelerine bile yenildiler. Ardından I. Cihan Harbi’yle koca Osmanlıyı tarihe karıştırdılar.
Cumhuriyet günlerinde “Güneş ufuktan şimdi doğar” diye umut verdiler. II. Dünya Savaşı vuku buldu, girmediler ama toplum, savaşa giren ülkelerin halklarından bile daha aç kaldı. 20. Yüzyılın ortasında açlıktan ölenler oldu.
1960’ta ihtilal yaptılar. Sonraki yıllarda fırsat buldukça muhtıra verdiler, darbe yaptılar.
Masonluğun teşkilatçılığını, Bektaşiliğin iz kaybettirme maharetini Batı’dan öğrendikleriyle bütünleştirdiler, üzerine epey de Türkmen cesaretini, Türkmen isyan karakterini eklediler. Başvurmadık yol bırakmadılar, bütün değerleri tükettiler.
Sonuç mu? Mevcut hâlden memnun olmayan yine kendileridir. Onunla yetinseler! Öyle değil! Hâlâ insanların gözlerinin içine baka baka “Sizi biz kurtaracağız!” diye slogan atıyorlar.
Ülkeyi büyükken küçülttüler, küçük olduğu hâlde kalkınacakken engellediler. Halk en ağır sefaleti yaşarken onlar Boğaz’ın yalılarına sığmayınca Akdeniz sahillerine çullandılar. Memuriyet maaşıyla yapmış gibi devasa malikaneler inşa ettiler. Sıradan insana denizi bile çok gördüler.
Ama son iki yüzyılın bütün aktörleri kendileri değilmiş gibi eleştiri yapıyorlar, hakaret ediyorlar, vaat ediyorlar, umutlandırıyorlar, kahkahalar atarak eğleniyorlar… Batı’ya doğru yol alsak ilerleyeceğiz, dedikleri günden bu yana dünyayı dokuz turlayacak zaman tükettiler ama bir türlü Batı’ya varamadılar! Ne ezilip bükülüyorlar ne kızarıyorlar!
Halbuki kimi zaman muhafazakâr denen dindar kitle bir yana, münevverler, alimler… Sanki ülkeyi kendileri batırmış gibi ezilip bükülüyorlar, mahcup mahcup konuşuyorlar… Son iki yüzyılın mahkûmu iken hakimiymiş gibi kendilerini suçluyorlar, kusurlularını lanetleyip başarılılarında kusur arıyorlar.
Bu dengesiz duruştur, bugünkü hâlin bir nedeni… Bu yersiz mahcubiyettir yaşadıklarımızın en mühim sebeplerinden biri.
Yanlışa yanlış, doğruya doğru demeden hangi hizmeti yaparsanız yapın günü ve geleceği yönlendiren siz olamazsınız.
Sebep olanları tanıyıp tanıtmadan, bilip ekarte etmeden sebepleri ortadan kaldıramazsınız. Sebep olanı kutsayıp sebebi ortadan kaldırmak gibi bir maharet henüz keşfedilmiş değildir. Sebepler ortadan kaldırılmadan ıslahatta istikrar kazanmak ise boş bir ümittir.
Hangi ıslahatta bulunursanız bulunun, yıkıma sebep olanların etrafında kümelenenler karşınıza dikilecek ve sizin yol almanızı engelleyecektir.
Bunca tarihsel süreç, size bunu öğretmediyse bu, söz konusu tarihsel süreci kendi mecranızdan değerlendirme yetisi edinmemenizdendir, tarihsel süreci sebep olanların bakışıyla okuyup okutmanızdandır.