• DOLAR 34.653
  • EURO 36.358
  • ALTIN 2928.174
  • ...

Kapitalizm ile sermaye edinme hak ve hürriyetini karıştırmak, Müslümanların 20. yüzyıldaki uyanışı sürecinde öne sürülmüş bir sapmadır.

20. yüzyılda Müslümanların sorunu, sermaye edinmeleri veya dünyalık peşinde koşup dinlerini ihmal etmeleri değildi.

Müslümanlar, 20. yüzyılda yoksuldular ve onların sadece günlük yaşamlarını sürdürmek için değil, varlıklarını koruyup İslam’a hizmet etmek için de sermayeye gereksinimleri vardı.

Öyle bir ortamda Müslümanların sosyal adalet arayışını sermaye karşıtlığına çekmek, Müslümanlara oynanmış kötüce bir oyundu. Bu oyun, bilindiği kadarıyla Fransız Mason Locası’ndan bağımsız olmayan Fransız sosyalistlerinin Fransa’da okuyan ya da Fransız aydınlarının etkisinde kalan Müslümanlar arasında yaydığı bir sapmaydı.

Zira Müslümanların son yüzyıllarda dünyada güç kaybetmeleri, kapitalizme sürüklenmiş olmalarından değil, bilakis dışarıya karşı ticarette geri düşmeleri ve içeride gayrimüslim unsurlara karşı dengeyi kaybetmeleriydi. 

Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem tüccardı. Onun yüce davetine icabet edenlerin de önemli bir kısmı tüccarlardı. İslam, Mekke’de o tüccarların sermayesiyle güç buldu, yoksullarını doyurdu, köle olanlarını azat etti, hicret edeceklere azık sağladı, Medine’de mücahitlerine donanım buldu.

İslam ahlakı, fert bağlamında en çok mücahitler ve tüccarlar üzerinde belirginleşti. İslam’la, helal kazanca dayalı bir ticaret ahlakı oluştu, o ahlakı edinenler İslam ahlakının simge isimlerinden oldular, her biri ahlakıyla hem İslam’a davet etti hem İslam davetçilerini himaye etti.

İslam, Resûl-i Ekrem’i örnek alan Müslüman tüccarların ahlakıyla Kırım, Malezya, Çin, Doğu Afrika gibi noktalarına ulaştı. O coğrafyalarda hâlâ İslam’ın tebliğ edilmesi ile İslâm’ın ticaret ahlakı arasında doğrudan bir ilişki kurulur.

İslam’da sermaye edinme, sair haklar arasında önemli bir haktır. Bu hak İslam tarihi boyunca gaddar bir sermaye sınıfı doğurmamıştır. Aksine İslam tarihi boyunca tüccarlık; salih amel, ibadet, zühd; çalışanların haklarına saygı duyarak yardımseverlik, insanseverlik gibi faziletlerle ilişkilendirilir.

Kimi yörelerde saygıyla anılarak “devlemend” de denen Müslüman sermaye sahibini, kapitalizmin içinde değerlendirmek cehalet değilse, budalalıktır.

Müslüman tüccar maneviyat ehlidir, maddiyatını da maneviyatı içinde inşa eder.

Kapitalist ise maddecidir; mala bir tür tapar, insanın değerini malıyla ölçer, insana malı kadar değer verir hatta özde varlığa yönelirken insana değil, mala bakar.

Kapitalist için esas olan, insanın değil, malın gözetilmesidir. Bunun için insanı değil, mal biriktirmeyi ve artırmayı yüceltir. Bu biriktirme ve artırma uğruna insanın eziyet görmesini normal görür. Mal biriktirme ve artırma için insana ve diğer varlıklara zulmetmeyi zorunluluk bile görür. Kazandığını kendisine ait bilir, bağışlamayı, yardım etmeyi yadırgar.

Kapitalizm bu yanlarıyla insanlığa ve diğer varlıklara karşı sadece haksızlık değil, vahşettir; insanlığa ve diğer varlıklara yönelmiş bir canavardır. İnsanlığın ve yeryüzünün dengesini bozar. İnsanlığı sınıflaştırır, varlığı belli kişilerin elinde toplayıp onlara lüks bir yaşam verirken diğer kesimleri aç bırakır, ezer, çiğner, katleder. Yeryüzünü kullanırken canlı türlerini imha eder, dağları ağaçsız bırakır, ovaları çölleşmeye mahkûm eder, hayvan türleri arasındaki dengeyi bozar. Suları kirletir, temiz bir hava teneffüs etme hakkımızı bile ihlal eder.

İslam, insanlığın ve sair varlıkların dostudur, velisidir; onlara zarar verecek her şeye karşıdır. İslam’ın nazarında kapitalizm mücadele edilecek bir açgözlülüktür, zulümdür. Ona karşı İslam’ın çözümü ise Müslümanca sermaye edinme hakkı ve varlık sahiplerine karşı getirilen sorumluluklarla teşviklerin sağladığı sosyal adalettir.

Doğruları yanlışları karıştırmak, yanlışları hiç bilmemekten de kötüdür. Bu yaklaşımla; kahrolsun kapitalizm derken yaşasın Müslümanca sermaye demek bir vecibe gibidir.