“Eyne Selâhaddîn!”
Bu çağrı, Kudüs minarelerinden yükseldi ama neredeyse bütün ümmet tarafından tekrarlandı!
Aslında bütün ümmetin içinden o ses geçiyordu. Kudüs’ün müezzinleri, o iç sesi izhar ettiler. Ümmetin üzerinde icmaʿ ettiği Selâhaddin ismiyle çağrıda bulundular ve o çağrı bütün ümmet tarafından ortak bir çağrı olarak dünyanın dört bir yanına ulaştırıldı.
Miladî Takvim’e göre 4 Mart 1193’te vefat eden Sultan Melikü’n-Nâsır Selâhaddîn Yusuf el-Eyyûbî Hazretlerinin vefatının üzerinden 828 yıl geçti. Ama Kudüs’ün müezzinleri, hâlâ onun adıyla çağrıda bulunmaktalar ve ümmet onun adının dillendirildiği çağrıya kulak vermektedir.
Bu, ne muazzam bir şeref!
Bu, ne daimi bir zafer!
Ümmet, Selâhaddin adının dillendirildiği çağrıya kulak vermekte.
Çünkü “Selâhaddin” adı ümmetin zafer umududur.
Çünkü “Selâhaddin” adı ümmet iradesinin harekete geçmesi durumunda zaferin yakın olduğunun müjdesidir.
Çünkü “Selâhaddin” demek ümmetin ittifakı demektir. Ümmetin ittifakı ise zafer demektir.
Çünkü “Selâhaddin” demek, Kudüs’ün kurtarılması ve sonraki istila tehditlerinden muhafazası demektir.
Fakat yanlışa düşmemek gerekir:
Kudüs, Selâhaddin’le müşerref olmadı. Selâhaddin, Kudüs’le müşerref oldu.
Kudüs, Selâhaddin’le aziz olmadı. Selâhaddin, Kudüs’le aziz oldu.
Şerefli olana hizmet, insana şeref verir. Aziz olan uğruna mücadele, insanı aziz kılar.
Selâhaddin, Kudüs-i Şerif için mücadele ederek, o aziz şehri Haçlı istilasından kurtararak sıradan bir sultanlıktan ümmetin gönlündeki tahtına oturdu.
Onun devrinde nice hükümdar vardı, ondan önce de nice hükümdar, ondan sonra da…
Çoğu ondan daha güçlü, ondan çok askere sahip… Bir kısmı da onun fethinden daha geniş sahaları fethetti. Ama onların arasından ancak kendisi, ümmetin gönlünde bu kadar sağlam taht kurdu.
Sadece o değil, kardeşleri ve yeğenleri de o şeref ve izzette nail oldular. Nitekim, Kudüs’ün İslam yurdu olarak kalmasında yine önemli bir yere sahip yeğeni Melikü’l-Kâmil Muhammed b. Melikü’l-Âdil, kardeşi Melikü’l-Eşref Musa’ya, Allah cümlesine rahmet eylesin, gönderdiği mektupta hem Kudüs’ün verdiği bu şeref ve izzetin kalıcı olacağını tahmin eder hem onun süreklilik kazanmasının koşulunu beyan eder.
Ulemanın kendisi hakkında “Keskin bir zekâya, geleceği tahmin eden ve yapılanların nereye varacağını bilen derin bir akla, uzak görüşlü bir iradeye sahipti.” diye şahitlik ettiği Melikü’l-Kâmil, kardeşi Eşref Musa’ya şunları söyler:
“İyi biliyorsun ki amcamız Sultan Selâhaddin’in Kudüs'ü fethi, bizim için ve bütün Müslümanlar için asırlar boyunca tarihte muazzam bir ün ve şan olarak kalacak. Eğer Haçlılar tekrar bu şehri Müslümanların elinden alacak olurlarsa bu da bizim için son derece kötü bir ün ve kötü bir şöhret kalacak. Bunu silmek de mümkün olmayacak. Amcamızın bize bahşettiği muazzam şan ve şerefi yok etmek ancak Kudüs'ü ihmal edip Haçlıların eline düşmesine yol açmamızla olabilir. Eğer amcamızın bahşettiği bu şan ve şeref gidecek ve Kudüs kâfirlerin eline düşecek olursa bizim ne insanlar ne de Allah katında kimseye bakacak yüzümüz kalır!”
Melikü’l-Kâmil, “Haçlılar eğer Kudüs'ü ele geçirirlerse sadece orayla yetinmez, diğer şehirlere de el uzatırlar.” uyarısında da bulunur.
O günden bugüne kim Kudüs’e hizmet ettiyse şeref buldu, kim Kudüs’ü ihmal ettiyse ümmetin gözünden düştü.
Kuzey Afrika’ya kök salan Fâtımî Devleti, Kudüs’ü koruyamayınca çöktü.
Eyyûbî Memlûklerinin devlet kurup Memlûk Devleti olarak tarihte yer bulmalarının arkasındaki en önemli etken Moğolları yenerek istila tehlikesini Kudüs’ten uzaklaştırmalarıdır.
Memlûklerin yıkılmasının nedeni de onların İslam’ın mukaddesatlarını Endülüs sonrasında güçlenen Batı’ya karşı koruyamayacaklarına dair kuşkudur. Her ne kadar onların gerçekliğinde Mekke ve Medine daha çok ön plandaysa da Afrika’ya yerleşen Portekizlilerin asıl hedefinin Haçlı Seferlerini tamamlayarak Kudüs’ü yeniden almak olduğu ve Yavuz Sultan Selim’in bunu engellediği malumdur.
Memlûklerin mirasını devralan Osmanlı da Kudüs’te duramayınca İstanbul’da da duramadı.
Bugün de hiçbir bölge ülkesi kendisini aldatmasın, Kudüs’ü ihmal eden hiçbir sistemin bölgede geleceği yoktur.
Kudüs’e sahip çıkıp o aziz şehirle ilgili kazanım elden eden her bölge ülkesi ise mutlaka büyüyecek ve bölgenin aslî gücü olacaktır.
Dolayısıyla her ne kadar bugün Kudüs’ün esir olması büyük bir yara ise de Selâhaddin olmak için de fırsattır.
Ne mutlu, bu fırsat için azimle yol alanlara!