• DOLAR 34.661
  • EURO 36.358
  • ALTIN 2935.144
  • ...

Gençlik değişmez, değiştirilir. Bir genç ya doğrudan muhatap alınarak değiştirilir ya da genel bir dalga ile değiştirilir.

Edebiyat çalışmalarında bile bir isimle karşılaşırken onun biyografisine mutlaka bakarım, kendisiyle yapılmış bir söyleşi varsa okumaya çalışırım.

O okumalar sırasında en çok dikkatimi çeken, Sol’un en uç isimlerinden yazar çizerlerin bir kısmının müftü, alim, şeyh soylu olmalarıdır.

O büyük dalga, 1970’li yıllardan itibaren kırıldı. Ne var ki 2000’li yılların başlarından bu yana yeni bir dalga ile karşı karşıyayız. Bizim önceden fark etmemiz gereken bu dalga ne yazık ki aradan geçen neredeyse çeyrek yüzyıla rağmen hâlâ doğru tahlil edilmedi.

Bunun bir nedeni, üniversitelerimizin sosyoloji bölümlerinin hâlâ Batı’nın teorik sosyoloji bilgisini tekrarlayıp durmaları, meseleye bizden yana bakan bir saha sosyolojisi çalışmasını yapacak maharetten yoksun olmalarıdır.  

Bu yüzden toplumsal olaylara gafil yakalandığımız gibi, olaylar vuku bulduğunda da doğru tahlil edemiyoruz. Kalem sahibi olarak ifade ettiğinizde de sesisiniz iyi duyulmuyor.

Son zamanlarda sadece sıradan ailelerin gençleri değil, üç beş soy dindar ailelerin gençleriyle ilgili menfi yönde değişim haberleri yayılıyor. Ne yazık ki her aile, bunu kendilerine yönelik bireysel bir musibet gibi değerlendirip kahırlanıyor. Dışardan bakanlar da genci, ailenin tutumunu ya da çevreyi itham ederek ve çoğu zaman öfke patlaması tarzında değerlendirmeler yapıyorlar.

Vakalar arasındaki ilişki doğru kurulmadığından mesele anlaşılamıyor. Meseleyi büyük bir sosyolojik maharetmiş gibi “Y Kuşağı”, “Z Kuşağı” efendim! Deyip “cebri” yorumlayanlar ise bilimsel araştırmaların önünü tıkıyorlar ve iradenin canına okuyorlar!

Böyle bilim adamlarının bizim 19. yüzyıl cebriyeci sözde ulema çevrelerinden hiçbir farkı yok. Onların geçmiş adına yaptıklarını, bugünün bu tür bilim adamları modernizm adına yapıyorlar. Büyük bir sorun, ürkütücü bir tehdit hakikaten!

Bir sürü düşünelim! Kurt, her gün bir kuzusunu, koyununu, koçunu alıp götürüyor.

Biz, bir gün meseleyi kuzunun tecrübesizliğine, diğer gün koyunun yaşlılığına, öteki gün koçun şımarıklığına bağlıyoruz. Nihayetinde çobanı ihmalkârlıkla suçluyoruz.

Ya kurdun maharet ve zafiyetleri… Hiç oralı olmuyoruz. Böyle bir tutumun sonu bizim sürüyü tamamen kurda kaptırmamız değil de nedir?

Gençlik noktasında tam da böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Sıkı korumacı tedbirler dizisiyle gençliği gerçekten koruyabileceğimize inanıyoruz. Genç, bu noktadaki tedbirlere uymadığında onu yerden yere vuruyoruz ve sair aciz toplumlar gibi sonunda lanet okuyup onu kendi hâliyle baş başa bırakıyoruz.

Oysa meselenin birkaç boyutu var ve o boyutların en önemlilerinden biri, gençliğin dışarıdan stratejik bir saldırı ile karşı karşıya olduğudur.  

Gençler, kendiliğinden değişmiyor. Çok aşamalı bir proje doğrultusunda değiştirilmeye çalışılıyor, hücuma tabi tutuluyor. Bu, dün ideoloji ağırlıklı ve zevki yedeğe alan bir saldırı tarzı iken bugün zevk ağırlıklı ve ideoloji yedekli bir hücum.

Gençliğin bu konuda henüz erken yaşta sistematik bir şuur harekâtına tabi tutulması gerekiyor. Bugün; Fransızlar bize ihanet etti, İngilizler bizi böldü, Yunanlar, Polatlı’ya kadar geldi… türündeki anlatımlar gençliğe artık hikâye gibi geliyor. Çünkü o tarz düşmanlık tamamen geçmişte kalmadı, lâkin başka tür düşmanlıklar onu geride bıraktı.

Gençliğin ilgisi başka bir yerlerde ve gençlik, dışarıdan gelen dalgaları sadece tabii değil, insani ve kaçınılmaz olarak görüyor. Göğsünü ona açıyor, ondan alıkonmasını dünya nimetlerinden alıkonma olarak biliyor.

Kurt bu kez, eski çobandan daha iyi bir çoban kılığıyla geliyor ve genç, onu dişleri arasında can verirken bile alıkonduğu bir nimete doğru gittiğini zannediyor.

Bu noktada gençliğin sadece izaha değil, köklü bir şuur girişimine ihtiyacı vardır ve geç kalma gibi bir lüksümüz de yok!