• DOLAR 34.655
  • EURO 36.359
  • ALTIN 2931.134
  • ...

12 Eylül 1980’den sonra İslâmî kesimde görülen genişlemenin kaynaklarından biri de tanınmış, pek çok milliyetçi ismin, İslâmî kesime doğru gelmesidir.

Milliyetçi kesimden İslâmî kesime doğru bu hareketlilik, sadece genişleme sağlamadı. Aynı zamanda İslâmî kesime yeni bir heyecan ve aksiyon getirdi.

12 Eylül öncesinde İslâmî kesimle milliyetçi kesim arasında lokal de olsa bazı istenmeyen vakalar yaşandığı düşünüldüğünde bu aksiyon ve heyecan ayrıca da anlamlıydı.

Milliyetçilikten İslâmîleşmeye geçenlerin bir kısmı uçlara yürüdü ama büyük bir kısmı, Anadolu’da dindar çevrelerin genişleyip daha da etkinleşmesini sağladı.

Bu değişim, uç seküler milliyetçilerin tepkisiyle karşılaştı ve onların liderlik kurumlarıyla birlikte 28 Şubat’ın içinde yer almalarında etkili oldu.

28 Şubat’taki bu tutum, milliyetçilerin iki kesimi arasındaki çizgiyi kalınlaştırdığı gibi uç seküler milliyetçiliğin gözden düşmesine ve seküler yanını zaman zaman geri plana atmasına da vesile oldu.

Lâkin bir süredir aksi yönde bir akış ile karşı karşıyayız gibi. Yakın bir döneme kadar İslâmî kesimler, milliyetçileri kendi kıyılarına çekerken son dönemde pek çok dindar ismin milliyetçilik kıyısına yanaştığı görülüyor.

Öyle gizli saklı da değil. Ama bununla beraber İslâmîliğini reddediş de söz konusu değil. Dolayısıyla biz, bir neo-sentezcilikle yüz yüzeyiz.

Milliyetçilik; romantizm ve dolayısıyla heyecan demektir. Dıştan bakıldığında bu sentezcilik, sermayesini tüketen kimi yazar çizerlere yeni bir aksiyon da kazandırmıştır.
Ama İslam dünyası ve özelde Türkiye’nin milliyetçilikle serüveni, bu aksiyonun daha çok endişe kaynağı olmasına yol açmaktadır.

Milliyetçilik, İslam dünyasının hiç istisnasız bütün noktalarında Batılılaşma/modernleştirilme/ sekülerleştirme/laikleştirilme serüveni için, Batı tarafından bir Truva atı olarak kullanıldı.

Modernleşmeye ve Batılılaşmaya en uzak kesimler dahi milliyetçilik köprüsünden geçerek ve milliyetçi umutlarla Batılılaşma kıyısına geçti, orada yer aldı. Daha sonra İslâmî kesimi oradan sınır tanımadan vurdu, eziyet etti, sürdü, talan etti.

Türkiye özelinde ise milliyetçilik, Türkiye’nin iç kesimlerindeki dindar yörelerin yine modernleştirilip sekülerleştirilmesinde bir geçiş sandalı olarak kullanıldı. Erzurum, Erzincan, Elazığ, Tokat, Sivas, Osmaniye, Yozgat, Kırşehir, Konya ve Akdeniz sahillerindeki modernleşme, sekülerleşme/laikleşme yüksek oranlarda milliyetçilik üzerinden gerçekleşmiştir.

En dindar aileler dahi milliyetçilik üzerinden Batılılaşma ile tanışmış ve zaman içinde orada yer almışlardır. Bir kısmı süreç içinde dindar köklerini ihya ettiyse de bir kısmı uç ulusalcılığa kadar yol almıştır.

Benzer bir dönüştürme, 1980’den sonra Kürtler arasında yaşanmıştır. Kürt milliyetçiliği genel olarak Kürtleri modernleştirip sekülerleştirme/laikleştirme için araçsallaştırılmıştır.  

Dolayısıyla bugün milliyetçileşme dendiğinde öykünün bu yanının farkında olanlar verilere bakarak; bunu bilmeyenler irfani bir yaklaşımla endişelenmekteler.

Dindarların milliyetçileşmesinin Türkiye’yi de aşıp başta Arap İslam alemi ve Güney Asya’yı dahi kapsaması dış güçler etkisi ihtimalini de gündeme getirmektedir.

İslâmîleşme, ümmetleşmedir; ümmetleşme ise bütünleşmedir. Milliyetçileşme ise mikro anlamda bütünleşme gibi görünse de son devrin moda ifadesiyle “gönül dünyası” bağlamında ayrışmadır, bölünmedir. Dolayısıyla İslâmîleşme ile milliyetçileşme arasında bir zıtlık söz konusudur.

Milliyetçileşme projeleri yürütülürken bu gerçeklik gözden uzak tutulamaz.

Türkiye’nin Asya’ya doğru açılımları çok kıymetlidir ve onunla ilişkili Türklük vurgusu da önemlidir. Bunun için bağrında içeriye ve İslam dünyasının diğer kesimlerine yönelik ırkçılık besleyen eğilimleri meşrulaştırmaya çalışmak ise hiledir, aldatmadır ve ileride oraya doğru açılımlar için dahi engeldir. Bir yanı abat ederken diğer yana zarar vermek akıllıca değildir. Böyle bir zorunluluk iddiası ise akılla alay etmektir.