• DOLAR 34.542
  • EURO 36.004
  • ALTIN 2993.793
  • ...

İslam’ı sair dinlerden üstün kılan hususlardan biri; onun bireyle birey, bireyle toplum, toplumla başka toplumlar, toplumla devletler, devletlerle başka devletler arasında açık bir mutabakat metni sunmasıdır.

İslam’ın hak ve adalete dayalı bu mutabakatı; basit, somut, açık ve nettir. Ki bunlar, evrensel bir metnin kemal noktasındaki nitelikleridir.

İslam, bu kemâl noktasına öylesine ulaşmış ki İslam’dan az çok anlayan sıradan bir Müslüman ya da İslam’ı az çok bilmiş bir gayrimüslim, rahatlıkla o mutabakattan sapılıp sapılmadığını anlar.

Bu mevzuda öyle alim olmaya, kütüphanelerce kitap okumaya hiç gerek yok. Bunun için yüzyıllar boyu İslam toplumunda bir avukatlık sistemi, bir hukuk danışmanlığı yapısı gelişmemiş.

Müslüman veya Hıristiyan, sıradan bir köylü; tanınmış bir alimin yanıldığını anlayabilmiş ve ona açıkça “Verdiğin hükmü bir daha gözden geçir! Şeriat, böyle emretmez!” diyebilmiş. Alim de hükmü incelediğinde tövbe istiğfarda bulunup hak iadesinde bulunabilmiştir.

Bu muazzam mutabakat sayesinde sadece Müslümanlar değil, İslam toplumunun içindeki gayrimüslimler de hiçbir zaman Şeriata, İslam hukukuna karşı isyanda bulunmamışlardır. Tam aksine; tarih boyunca bütün taleplerini yönetimi Şeriata, İslam hukukuna hakkıyla tabi olma yönünde yapmışlardır.
Şeriata, İslam hukukuna tabi olma çağrısı; İslam tarihinde salt bir Müslüman talebi değildir, aynı zamanda gayrimüslimlerin de talebidir. Ki yaşı müsait olanlar söylerler, bizim yöremizin Hıristiyanları, “Bizimle sizin aranızda Şeriat vardı, ne güzel anlaşıyorduk! Siz, Şeriatı terk ettiniz, hukukumuz ayaklar altına alındı” diyorlardı.

Bugün iki yüzyılın kahrolası istikrarlı yıpranmışlığına rağmen hâlâ uluslararası güçlerin İslam dünyasını İslam hukukunu tercih konusunda serbest bırakmaktan korkması, bu yöndeki talepleri bir yana eğilimleri dahi şiddetle cezalandırması İslam hukukunun sağladığı o muazzam mutabakatla ilgilidir.  

Hakikaten hiç düşündük mü? Uluslararası sistemin İslam dünyasını İslam hukukunu tercih konusunda serbest bırakmaya biraz olsun cesareti niye yok? Neden bu konuda hür bırakmaktan öylesine ürküyor ve neden sahte görüntüleri İslamî görüntü diye sürekli toplumların önüne koyuyor?

Diğer yandan, İslam dünyasının mevcut hâli! Bu satırları dizmeden önce Mısır’da muhalefet arası yeni bir mutabakat haberini anlamaya çalıştım, ardından Libya’yı yöneten güçler arasındaki yeni bir mutabakatı.

Yıllar yılı öğrenciler için okuduğunu anlama sınavları hazırlayan, bu hususta nice eser sahibi olarak ikisini de anlayamadım. Zira anlaşılır bir tarafları yoktu.

İslamî mutabakatı kaybettiğimiz günden bu yana, İslam dünyasında yapılan hiçbir mutabakat olumlu neticeler getirmedi; bizi daha fazla çatıştırmaktan, daha fazla bölmekten, daha fazla dışarıya bağlamaktan başka bir iş görmedi.

Kendimizi III. Dünya ülkelerinin anayasaları misali, her bir mutabakat metninde tatmin etmeye, kendimiz için sahte bir umut örmeye çalıştık. Sağlam diye tırmandığımız dalın kırık çıkıp bizi yere düşürmesi gibi her umudumuz hüsranla sonuçlandı.

Baksanıza, iki yüzyıldır İslam’ı, devletin dışına itmeye çalışıyoruz, devlet için anayasa hükmünde veya bizzat anayasa olarak durmadan metin üretiyoruz, tepeden indiriyoruz, halka zorla onaylatıyoruz. Ama söz konusu olan toplumsal mutabakat olduğunda “Dinimiz bir, Kitabımız bir, Peygamberimiz bir!” diyoruz. Uçaklardan toplumun üzerine, birliği tavsiye eden ayet ve hadisleri yağdırıyoruz. Neden?

Çünkü, bunca yıpranmışlığa rağmen hâlâ İslam’ın sunduğu mutabakattan daha güçlü bir mutabakat keşfedilmiş değil, keşfedilecek de değildir. İslam, son dindir, ötesinde bir din yok.

Öyleyse neden kendimizi bütün komplekslerden, şeytani hesaplardan, dış etkilenmelerden arındırarak İslamî mutabakata yönelmiyoruz?

Bunun önündeki engel;

-Dış güçlerin baskısı

-İçimizde varlıklarını onlara borçlu olanlar ve

- Kendilerini İslam’ın sunduğu mutabakattan uzaklaşmaktan dolayı kârlı görenler değil midir?

Ve bu engelleri aşmanın, hakkı hakkıyla haykırmanın zamanı gelmedi mi?