• DOLAR 34.66
  • EURO 36.359
  • ALTIN 2928.919
  • ...

İmam Hasan el-Bennâ, 12 Şubat 1949’da menfur bir suikasta uğrayarak şehid edildi. Onun şehadetinin üzerinden yetmiş iki yıl geçti. Ama el-Bennâ’nın önderliği hâlâ dipdiri, hâlâ sadece Müslümanların değil, bütün dünyanın gündeminde.

İslam alemi, İmam Rabbanî ve Halid-i Bağdadî gibi müstesna şahsiyetler dışında yüzyıllar boyunca beynelmilel şahsiyetler yetiştirme konusunda kurak kaldı. İmam el-Bennâ, bu kuraklık sürecinden sonraki ilk şahsiyettir. Bu yönüyle de farklı bir konuma sahiptir ve tam anlamıyla bir “imam”dır. Zira kendisinden sonra nice beynelmilel Müslüman önder yetişmiştir.

İmam el-Bennâ’yı bu kadar güçlü kılan nedir? Bugünkü analizimizde bu soruya cevap vermeye çalışacağız.

ÖĞRETMENLİKTEN İMAMLIĞA

İmam Hasan el-Bennâ, iyi bir İslamî eğitim almış bir öğretmendir. Kadim el-Ezher Üniversitesi Mısır’dadır. Bununla ilişkili olarak Mısır’ın büyük bir ilmî birikimi vardır. Kahire’nin yanında İskenderiye gibi şehirler de hep önemli ilmî şahsiyetlerin bulunduğu mekânlar olarak öne çıkmışlardır.

Diğer yandan Mısır’da 12/6. yüzyılda Eyyûbî idaresinin kurulmasıyla birlikte büyük bir tasavvufi birikim oluşmuş ve bu tasavvufi birikim bizzat Selâhaddin Hazretleri tarafından Şeyhüşşüyûh makamı etrafında bir hiyerarşi içinde düzene kavuşturulmuştur. Dolayısıyla Mısır’da aynı zamanda güçlü bir tasavvuf/tarikat yapısı vardır.

İlim ve alimlerin öne çıktığı coğrafyalarda genellikle derin tartışmalar yapılır, teferruat üzerine keskin bir ayrım bulunur. Bu tür coğrafyalarda teferruata hâkim olmayanların yaşaması mümkün olmadığı gibi, teferruatı aşan, onun üstüne çıkan büyük önderlerin yetişmesi de neredeyse imkânsızdır. İslam dünyasının esasen yüzyıllardır yaşadığı sorunların altında da bu yapı vardır. Teferruat üzerinden kendini ispat, teferruat içinde boğulup kalmak ve teferruat tuzağına takılıp büyüklüğe giden yola bir türlü girememek.

Tasavvufun güçlü olduğu yerlerde ise toplum, tarikatlar etrafında kendi teşekkülünü bulur, kendine ait bir sistem kurar ve kimsenin sistem dışından gelip yeni bir yapı inşa etmesine izin vermez.

İmam el-Bennâ’nın çocukluğu bir yanıyla ilmî çevrelerin diğer yanıyla tasavvuf çevrelerinin içinde geçmiştir. Ancak dünya, bu iki kesimden ibaret değildir. Henüz Miladi 19. yüzyılın ortalarından itibaren Mısır, güçlü bir Batılılaşma dalgasına maruz bırakılmıştı. Aynı yüzyılın sonlarında İngiliz idaresinin kurulmasıyla Mısır’da Batıcı kesim, iyice ağırlık kazanmıştı.

Mısır’daki ilmî çevrelerin bir kısmı, Hindistan’daki İngiliz idaresinde kendine bir yer bulan Sir Ahmet Han boyutunda olmasa da Batı’nın pozitivizmine adapte olma derdindeydi. Büyük bir gayretle, Batı’nın modern hâlinin İslam’ın bir tür Batı’da ihyası gibi olduğuna inanmaya çalışıyorlardı. Bununla birlikte “çağın aklı” ile Kur’an’ın mucizevi yanları arasında sürekli bir uyum bulmaya çalışıyorlar ve anlaşılmaz bir yaklaşımla mucize ile “çağın aklı” arasında bir sorun bulduklarında “çağın aklı”na uygun bir Kur’an ve Sünnet yorumu yoluna gidiyorlardı. İlmiyenin diğer kesimi ise kurumlarının kapısını Batılı etkilere sıkıca kapatmış, dünyada Batılılaşma yaşanmıyormuş gibi yaşamaya çalışıyorlardı. Birinci kesim, gerçeğe teslimiyet yönünde adapte olurken ikinci kesim, gerçeğe gözünü kapatıyordu.

Tasavvuf çevrelerine gelince tasavvuf kurumları olarak tarikatlar İslam dünyasında hâkim İslam nizamı içinde doğmuşlardır. O hâkim nizam içinde;

-Birey ve toplumu ıslah etme,

-Devlet nizamının İslam şeriatından büsbütün uzaklaşmaması için uyarıda bulunma,

-Dış düşman saldırıları karşısında toplumu harekete geçirme,

-Gayrimüslimlere yönelik tebliğ çalışmalarında bulunma gibi bir kısım can alıcı konuda büyük hizmetler yapmışlardır.

Sömürge ve emperyalizm sürecinde de tasavvuf kurumları, onurlu bir duruş sergilediler. Ayakta oldukları noktalarda İslam yurdunun istilaya uğramaması için başarılı bir önderlik yaptılar.

Lâkin, tasavvuf kurumları, İslam devlet nizamının lağvedildiği bir İslam yurdunda nasıl bir mücadele yapacakları konusunda hazırlıklı değildiler. İslam devlet nizamını tesis etme konusunda bir stratejileri yoktu. Daha da müşkül olanı, Batılılaşma karşısında birey ve toplumu ayakta tutma konusunda da Şeyh Halid el-Zülcenahayn’in yüzyıl önce meseleyi getirdiği konumun gerisine düşmüşlerdi. Rolleri; iyice küçülmüş ve sadece bir kısım dindar aileyi “şimdilik” Batılılaşmaya karşı koruma, ilmiye çevrelerinden bazı kişilere nefis terbiyesi konusunda rehberlikte bulunma, toplumun klasik düzenini koruma gibi minimize olmuştu.

İmam el-Bennâ’nın en büyük başarısı, ilmiyenin bütün kesimlerinden istifade ederken onların teferruat gündemine teslim olmaması; neredeyse bütün kesimlerin “Aradığımız buydu!” diyeceği bir üst şemsiye açabilmesidir. Bu noktada İmam, olanı reddetme ve yeniyi önerme iradesi gösterdi. Bu iradeyi ise Kur’an ve Sünnet’in önderliğinde ve Gazzâlî’nin İhya eserinden genişçe istifade ile sadelikle ifade etme alicenaplığı ortaya koydu.

İmam el-Bennâ, İslamî hareketten anladıklarını “Hayat, iman ve cihaddır.” diye özetleyebilmiş, teferruat ehlinin hiçbir ders ve vaazının bir gence kazandıramadığı bir öğretiyi ona kazandırmış ve gençlerin kendilerine hayat içinde bir konum belirlemelerine vesile olmuştur. Bunun için İmam el-Bennâ, oldukça kısa bir süre içerisinde yüzlerce seçkin genci etrafında toplamıştır. İmam el-Bennâ, bütün gayretiyle bu gençliği teferruatçılardan uzak tutmaya ve topluma önderlik edecek bir sadelik içinde tutmaya çalışmıştır.

İmam el-Bennâ, tasavvuf kurumları konusunda ise, karşısında yer almadan ondan istifade ederek farklı bir cemiyet kurma yolunu seçmiştir.

İmam, İhvan-ı Müslimin teşkilatını kurduğunda Gazzâlî’nin ihyası ile Şeyh Halid Bağdadî’nin yolunu anlatan Muhammed Emin el-Kürdî’ye ait “Tenvirü’l-Kulûb” adlı eserini üç eserden ikisi olarak kitaplığa koymuş, bunların üzerine istediğinizi ekleyebilirsiniz, demiştir.

Ama İmam, bu istifadenin yanında büyük ölçüde manevi yön üzerinde odaklanan ve maddiyatı ancak o manevi kurumların yaşaması için işleten tarikatın yerine; mana ve maddeyi birbirinden ayırmayan, günün gerçekliğine uygun bir cemaat teşekkül etmiştir.  Mısır’da İslam dünyasının pek çok noktasından farklı olarak yönetimle sıkı fıkı tarikat yapısı karşısında İmam, kimi tarikatların eleştirilerine maruz kalmış ama hep olduğu üzere onlarla tartışmaya zaman ayırmamış, inandığı istikamet üzere hareket etmiştir.

İmam el-Bennâ’yı tarikatlardan güçlü kılan ise onun bir yandan zikir ve zühde önem verirken diğer yandan sadeliğini onların boyutundan uzak tutması, böylece halka hitap ederken Batılılaşma karşısında da söz sahibi bir fikriyat ortaya koymasıdır. Nitekim, o bu sehl-i mümteni sanatındaki ustalığın doruğunu gösteren söylem inşası ve hareket tarzıyla Seyyid Kutub ve Abdulkadir Udeh gibi Mısır’ın büyük şahsiyetlerini etkileyebilmiştir.

Teşkilat noktasında ise İmam, tarikat ile cemaat arasında büyük bir ayrıma gitmemiş; özünü oradan alırken şekilde günün gerçekliğine önem vermiştir. Bu bağlamda günümüzde İslam dünyasının pek çok tarikatı, İmam el-Bennâ’nın cemaat çizgisine gelmişlerdir. Onun gibi cemiyet kurumları açıyorlar ve onun öncülüğünü yaptığı yayın türlerinde eserler veriyorlar.

İmam el-Bennâ’yı böyle beynelmilel önderlik düzeyine çıkaran ise onun ihlasla amele sarılmasıdır. El-Bennâ, henüz çocukken İslam’ı hakkıyla yaşamış; irşad ve davette bulunmuştur. O bir iman insanı olarak Allah’tan umut kesmemiş; irşad ve davet ise ona insan iradesinin değişim gücünü öğretmiştir.

İmam, toplumun anlamayacağı bir dille konuşup toplumdan umut kesen teferruatçılar ve toplumun sadece kapılarına gelen kesimine seslenen tasavvuf kurumlarından farklı olarak Sünnet-i Seniye üzere sade bir dille toplumun her kesimine gitmiş ve o umut kesilen kesimlerin hidayete erebildiğini bizzat görmüştür. Ancak hidayete erenlerin bir teşkilat içinde buluşmadıkları takdirde dağılıp etkisizleştiklerini ve zamanla şuur kaybına uğradığını da henüz çocuk yaşta ayne’l-yakin öğrenmiştir.

İmam el-Bennâ’yı daha büyük bir önder konumuna çıkaran ise onun kendi tatbikatını öğretebilme kabiliyetidir. Bu yönde Sünnet-i Seniye’ye sıkıca bağlılığı ve ilkokul öğretmenliği çok yardımcı olmuştur. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir Müslüman, onun Risalelerini okuyup kısa sürede bir irşad, davet, tebliğ yapısı inşa edebilmiştir.

Özetle, İmam Hasan el-Bennâ, irade, sadelik ve teşkilatı ihlas üzere buluşturmayı başarmış ve amel yanını önde tutarak örnek olma konumuna yücelmiştir.

İMAM HASAN EL-BENNÂ VE GELECEĞİN DÜNYASI

İmam el-Bennâ’nın iradeyi İslam sadeliği içinde harekete geçirme çabası karşısında İhvan-ı Müslimin’i değiştirme yönünde içeride iki akım oluşmuş görünüyor. Irak’ta vücut bulan ve Suudî’nin desteğiyle büyüyen kadim ve ihtilafçı teferruata yöneltme akımı; Suriye ve Kuzey Afrika’da etkili olan Batı’ya adapte olma akımı.

Irak’taki akım; İhvan’ı, İmam’ın sade ve dolayısıyla bütünleştirici çizgisinden kadim fırka tartışmalarına götürmüş; neticede Irak’ta bütün mezheplerin sadeliği etrafında buluştukları İhvan’ı kadim tartışmaların bir parçası hâline getirmiştir. Bu akım İhvan’ı adeta “Ortadoğulaştırma”ya çalışmıştır.

Neticede Irak’ın ana mezhep yapılarından biri İhvan’dan kopup kendi teşkilatını kurmuş; diğer yapı ise Suudi ile çok yönlü bir temas kurarak İhvan’ı Arap Yarımadası’nda yüzyıllardır çözülemeyen anlamsız tartışmalarının içine çekmiştir. Filistin ve Ürdün dışında Arap Yarımadası’nda bugün İhvan’ın ana sorunu bu tartışmaların harekete sirayetidir. Suudi’nin İhvan’ı iyice bu gündeme çektikten sonra cezalandırmaya başlaması ise meseleyi ibret alma noktasında çok daha mühim kılmaktadır.

Suriye ve Kuzey Afrika’da etkili olan Batı’ya adapte olma akımı ise İhvan’ı adeta “liberal bir dünyada” “Batı içi bir muhalefet grubu” hâline getirmek istemiş ama başarılı olamamıştır.

İhvan’ın ana yapısının bu iki yapıyı tam dışlamasa da hiçbirine teslim olmaması İhvan’ın İmam Hasan el-Bennâ’nın çizgisi üzerinde geleceğe kalmasının teminatı olmuştur.

İmam Hasan el-Bennâ’nın şehadetinin üzerinden henüz yüzyıl bile geçmedi. Son yüzyıllardaki küresel değişimlere bakıldığında hareketi henüz yaşlı değildir.

Hareketin zaman zaman yaşadığı sorunların getirdiği abartılı tespitler hakikati yansıtmamaktadır. Son on çeyrek yüzyılda yaşadıklarımız, hareket açısından büyük derslere vesile olmuştur. Hareket, kendisini “Ortadoğulaştırma”ya çalışan teferruatçılığa geri dönüş yapısı ile zemininden koparan Batı liberalizmi ile adaptasyon akımından koruyabilecek kadar güçlüdür.

İmam Hasan el-Bennâ, İslam’ın önderlik yaklaşımı içinde taklit edilecek değil, örnek alınacak bir önderdir. İmamlığı ile dünya Müslümanlarının güncel sorunlarının pek çoğunu çözme konusunda büyük bir potansiyele sahiptir.

Müslümanları teferruatta boğmak isteyen geri dönüş akımları ile Batı liberalizminin renksizlik uçukluğuna taşımak isteyen yapılar karşısında; onun sade, amel ağırlıklı, insan iradesinin değişim gücüne inanan ve teşkilatla vücut bulan hareket tarzı yol gösterici olma niteliğini korumaktadır.

Allah kendisine rahmet eylesin…