• DOLAR 34.667
  • EURO 36.364
  • ALTIN 2944.7
  • ...

Korona virüsü, çıkış noktası Çin’le sınırlı kalmadı, dünyayı baştanbaşa sardı, tedirgin etti, her ülkeyi önlemler almaya yönlendirdi.

Küreselciler, “Dünya büyük bir köydür” diyorlardı. Şimdi virüse işaret edip nasıl da haklı olduklarını anlatıyorlar.

Ama küreselciler aynı zamanda devletin özel sektör karşısında küçülmesinden yanaydılar ve küresel şirketlerin, devletlerin yerini bir tür aldığını iddia ediyorlardı. Oysa, Türkiye’nin yıllık bütçesine denk yıllık gelire sahip şirketleri olan ABD, yurttaşları için maske üretemiyor.  

Buna karşı ulus devletçiler, “Ulus devletin önemi yeniden anlaşıldı” diyorlar.

Kim haklı?

Öncelikle İslam, cihan hakimiyetini strateji edinmiştir. İslam, dünyanın hiçbir bölge veya ırkının dünya bütününden mutlak bir şekilde farklı olduğunu kabul etmez.

Farklı coğrafyalarda bulunmak ve farklı menşelerden gelmek, insanlar arasına mutlak farklar koymaz. Bu evrenselliği dünyaya kabul ettiren İslam’dır.

Ki diğer Peygamberler, belli coğrafya ve kavimlere gelmişken Hz. Muhammed salallahü aleyhi vesellem, bütün insanlığa gönderilmiştir.

O, bütün insanlığın peygamberidir.

Ona nazil olan Kur’an ve Kur’an’ın tefsiri Sünnet, sadece Doğu veya Batı’nın değil, bütün insanlığın yaşam rehberidir.

1400 yıldan bu yana dünyanın bölgesel sınırlamalardan evrenselliğe geçmesi ile ilgili yaşanan her gelişme, İslam’ın hak oluşuna dair birer mucize gibidir. Dolayısıyla Müslümanlar, evrenselliğe karşı olamazlar. Ama hangi evrensellik?

Elbette, hak ve adalet üzere olan evrensellik…

Müslümanların karşı olduğu, Siyonizm ve Evanjelizmin koalisyonu ile benzerlerinin; sömürü, haksızlık ve zulüm karakterli evrensellik yaklaşımlarıdır.

Ulusçu devlet iddialarına gelince; kast edilen, “Böl-Yönet!” politikalarının bir yansıması olan, bir bölgeye sıkışmış devletler ise bütün gelişmeler bu tezi çürütüyor. Bugüne kadar ulusçu devlet tezleri tutmadı, bundan sonra da tutmayacaktır. Zira karşımıza çıkan her gelişme, insanlığın bölgesel ve evrensel dayanışmasını zorunlu kılıyor.

Ulusçu devletin güçlenmesi ile amaçlanan, “kamuculuk” adına sosyalist devletçilik ise… Yıllar yılı sosyalizmle yönetilen Doğu Avrupa ülkelerinin hâli ortada… Test dahi yapamıyorlar. Macaristan gibi bunu dobra dobra duyuran var, saklayan da… Hatta eski Sovyet Cumhuriyetlerinden Türkmenistan, acizlik içinde koronadan söz etmeyi bile yasakladı.

Öyleyse insanlığın ihtiyaç duyduğu, ne toplumsal sorunlara duyarsız liberalizm ne devletçilik adına bireye zorbalığı kanunlaştıran sosyalizmdir.

Çözüm, İslam’ın toplumu da bireyi de gözeten adaletidir, dengeli yaklaşımıdır.  

Her yaşadığımız gün bize “Hak yol İslam!” diye sesleniyor.

Ne var ki Müslümanlar, İslam’ın üstünlüğünü ifade edebilmekten hâlâ çok uzaklar. Biz, hâlâ İslam’ı bir bütün olarak ifade etmek bir yana, İslam’ın hayatın farklı alanları ile ilgili hükümlerini ayrı ayrı ifade etmekten bile uzağız.

Müslümanların ilim kurumları, yüzyıllar boyu kendini tekrarladı. Bunda “Dünyanın sonuna geldik” inanışının yüzyıllardır Müslümanlar arasında yer edinmesinin de etkisi inkâr edilemez. Bunu aşmanın zamanı çoktan geldi.

Kıyameti ilan etme yetkisi Allah’ın izniyle, Hz. İsrafil’indir. Hadlerini aşarak, kıyamet kopmadan kıyamet ilan edenler, bizim nice “kıyametimize” yol açtılar.

Bu bağlamda, İslam dünyasının liberal duyarsızlara ya da zorba ulusçu yapılara değil, acil bir “makul bütünlüğe” ihtiyacı vardır.

Bu “makul bütünlüğü”e “makul”ca sahip çıkanlar, dünyada bağımsız ve büyük güç olur; ne liberal küreselciliğin ne Çin sosyalizminin ayakları altında kalır. Aksine eninde sonunda liberal dünyaya da Çin’e de adaleti öğretir.