• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Bu hafta, sayfamızda geçen haftaki analizimizin devamı yer alacaktı. Ancak korona virüsü ile ilgili gelişmeler, analizimize de konu değişikliği getirdi. İnşallah, uygun zamanda o konunun devamını işleyeceğiz. Bu hafta ise insan iradesi dışında gelişen felaketlerin tarihe etkilerini ele alacağız.

Tahribatlara yol açan savaşlar… Müstebitlerin uygulamalarından kaynaklanan felaketler… Katliamlar… İnsanlığı Rabbinden uzaklaştıran ideolojiler… Arkasında insi şeytanların bulunduğu ahlaksal çöküntüler... İnsan iradesinin eseri olan felaketlerdir. İlahi emirlerin ihlal edilmesiyle gerçekleşen bu felaketlerin gelişleri fark edilir, gidişleri de insan girişimleri ile sağlanır.

Biz, tarihi hep bunların etrafında ele alırız ve dolayısıyla insanı her şeye hâkim zannederiz. Oysa insan, ne ölçüde güçlü olursa olsun tarihin onun iradesi dışında gelişmesini sağlayan vakalarla karşılaşır. Tabiatta karşılaşılan farklı felaketler, bu vakalardandır.  

Korona virüsü, uzmanların da belirttiği üzere ne tarihin ilk küresel felaketidir ne de en tehlikelisi… İnsanlık, Hz. Âdem aleyhisselam’dan bu yana kendi iradesi ile ilişkili olmayan felaketlerle yüz yüze kalıyor ve bu felaketler, kimi zaman tarihin farklı bir yönde yol almasını sağlıyor. Bununla birlikte felaketler karşısında pes etmeyen, felaketlere rağmen hayata müdahale yönündeki iradesini tatil etmeyen lider ve toplumlar, kazançlı çıkar ve gelecekte söz sahibi olurlar.

Veba veya taun denen hastalıklar, insanlığın bir gerçeğidir. Eski Batı’da bu hastalıklara, “kara ölüm”, “kara veba” gibi adlar verilmiştir. Modern tıp dilinde ise hastalık, belli bir alanda yoğunlaşıyorsa epidami, küresel bir tehdit boyutuna ulaşmışsa pendamie diye niteleniyor.

VEBA BELASI VE İSLAM RAHMETİ

Tarihin kaydettiği pendamielerden biri Miladi 540 yılından sonra, Bizans’ta yoğunlaşan ve Sasani’ye kadar dünyayı kasıp kavuran vebadır.

O veba belası, dünyanın o günkü iki büyük gücü Bizans ve Sasanî’yi aynı anda zayıflatmış ve İslam rahmetinin her iki güç karşısında da kolay yayılmasını sağlamıştır. Etkileri yüz yılı aşan o büyük bela, İslam’ın rahmet orduları Kadisiyye ve Yermük savaşlarını kazandığında henüz etkilerini sürdürüyor olmalılar.

Veba, Şam hattında kalmış, bugünkü Suriye’nin başkenti Dımaşk’ın hemen güneyine kadar varmış ama daha aşağılara inmemişti. Dolayısıyla Arabistan o vebadan etkilenmemişti. Bu hâl İslam’ın sağlıklı bir Arap toplumu ve o sayede dinç askerler, güçlü ordular bulmasını sağlarken Bizans ve Sasani’yi pek çok başka vaka ile birlikte asker açısından zayıflatmıştı. Böylece tabiattaki bu afet, İslam düşmanlarının aleyhinde olurken Müslümanların lehinde sonuçlar getirmişti.

Ne var ki İslam orduları da özellikle Bizans toprakları içinde yol aldıklarında vebadan etkilendiler. Hayatta kalmaları durumunda tarihe farklı yönde müdahale etme ihtimalleri bulunan Ebu Ubeyde bin Cerrah gibi şanlı İslam komutanları vebadan vefat etti. Şam’ın o büyük fatihi nice savaş görmüş ama ona vebadan bir vefat nasip olmuştu.

Hz. Ömer radiyallahü anh da Ashab arasındaki ihtilafları çözmek ve Şam ordularını denetleyip yönlendirmek için Dımaşk yakınlarına kadar geldiğinde Ashab daha fazla yol almasının doğru olmayacağını ona bildirdiler. Bizans’ı kanatsız bırakan, Sasani’yi tarihe karıştıran o muazzam insan, bu uyarı üzerine daha fazla yol almadı, Medine’ye geri döndü ve rivayetlere göre kendisine “Ey Emirülmü’minin Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsunuz?” dendiğinde “Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine sığınıyoruz” buyurdular.

O vakaya başka bir yandan da bakmak mümkündür: Acaba, felaketin ilk İslam fetihleri sırasında Bizans ülkesinde aktif olması, Bizans’ın çöküşünün gecikmesinde etkili olmuş mudur? Bu, cevap bekleyen bir sorudur: Her ne kadar Ashab cesaretle Bizans’ın üzerine varmışsa da Bizans’ın elindeki Anadolu’ya yönelik akınların İran içlerine açılan akınların gerisinde kalması akla bu ihtimali getirmektedir. Öyleyse felaket, İslam’ın önünü açmışken Müslümanların Bizans’la imtihanını ise uzatmıştır.

  1. Yüzyıl Vebası ve Osmanlı’nın Avrupa Gazası

Tarihte izlenebildiği kadar, küresel boyuttaki bulaşıcı hastalıklar, helal ve haramı olmayan pagan (müşrik, putperest) toplumlarda ortaya çıkmış, helal ve haram sınırları karışık Ehl-i Kitap toplumlar arasında yayılmış, İslam dünyasına da sıçramış ama temizliğe büyük önem verdiği gibi haram kıldıkları ile de insan sağlığını koruyan İslam toplumlarındaki etkileri sınırlı olmuştur. Yine de İslam dünyasında kaderi “iradesizlik” olarak anlayan gizli veya açık cebriyeciliğin yayıldığı bölgelerde hastalıkla ilgili önlemlerin reddi, hastalığın yıkıcı sonuçlarına yol açmıştır.

Avrupa’da “kara ölüm” de denen ve 14. yüzyılın ortalarında Avrupa ülkelerini kasıp kavuran vebanın da böyle bir öyküsü vardır. Hastalık, pagan Doğu ve Güney Asya toplumları arasında çıkmıştı.

Avrupalı Hıristiyan tarikat Cizvitler, pek çok sahilde ticaret kolonileri oluşturdukları gibi Karadeniz’de de ticaret kolonisi oluşturmuşlardı. O kolonilerden biri Kırım Tatarları tarafından kuşatılmış ama bir türlü alınamamıştı. Bunun üzerine Kırım tatarları vebadan ölenlerin cesetlerini mancınıklarla koloninin içine atmış ve hastalığın Cizvitlerin arasında yayılmasına sebep olmuşlardı. Dehşete kapılan Cizvitler, Avrupa’ya kaçınca hastalık Avrupa’ya taşınmış ve temizlik alışkanlıkları, helal-haram sınırları zayıf Batı’da kimi kayıtlara göre daha ilk iki yılda yirmi beş milyon insanın ölümüne yol açmıştı.

İslam dünyasının Avrupa ile ilgili iki büyük sorunu vardı. Biri, sıkı Katolik dindarlığın Avrupa’da baş edilemeyecek bir nüfus çoğalmasına yol açması, diğeri ise Katoliklerin her seferinde Ortodoks Bizans’ın yardımına gelmeleriydi.

Veba, Katolik Avrupa’yı savaşa çıkamayacak kadar darmadağın etmişti. O sırada gizli bir cebriyecilik fikriyatına müptela Memlûk Devleti Müslümanları arasında da epey tahribata yol açmıştı.

İmam Zehebî’nin kaydına göre Memlûkların başkenti Kahire ve Mısır’da bir gecede 11 bin kişi ölmüş, Şam’daki başşehirleri Dımaşk’ta da bir gecede sadece zapta geçildiği kadar 400 kişi ölmüştü.  

O korkunç veba “tathirat (temizlenme)” ve benzeri tedbirlerle hastalığı sınırlayan Osmanlı’yı ise neredeyse hiç vurmamıştı.

Gaza peşindeki Osmanlı, hastalığı fırsat bilmiş ve Çanakkale civarından Balkanlara girmişti. Osmanlı, o sırada henüz Marmara Bölgesi’nin bir kısmıyla sınırlı küçük bir ülke idi. Katolik Avrupa’nın Ortodoks Avrupa’nın yardımına gelmesi durumunda Osmanlı büyük ihtimalle geri dönmek zorunda kalacaktı. Oysa Katolik Avrupa’nın kıpırdama imkânı yoktu. Osmanlı bu ortamda Trakya’yı ele geçirdi, Balkanların içinde ilerledi ve bir Rumeli devleti olarak Büyük Devlet (İmparatorluk) oldu, Bizans’ı sardı.

Avrupa, 17. yüzyıla kadar kimi abartılı rakamlara göre yaklaşık 200 milyon nüfusunu o hastalıkla kaybetti ve o süreçte Afrika ve Amerika’dan gemilerle altın taşımasına rağmen Osmanlı ile mücadele gücünü kendinde bulamadı. Çoğu iddiaya göre, o hastalık olmasaydı Osmanlı, Avrupa’ya yerleşmeyebilir, yerleşse orada tutunmayabilirdi.

Görüldüğü üzere 14. yüzyıl kara vebası, dünyayı sarsmış, dünyada bir gücü gemlerken sorunları fırsata çeviren Müslüman iradesinin önünü açmıştır. Genel bir değerlendirme ile ise 6-7. yüzyıl vebası, İslam rahmetini Bizans’ın güney kıyısına ulaştırırken 14 ve 15. yüzyıl vebası, İslam rahmetinin ilk kez Doğu Avrupa’ya ulaşmasını sağlamıştır.  

Son dönemde adından en çok söz ettiren ve dünyayı en çok ürküten korona virüsü de dünya tarihini etkileyecek görünmektedir: Dünyada azalan maneviyat bir kez daha hatırlanacak, yok sayılan ölüm gerçeğinin her an kapıda olduğu bir kez daha öğrenilecek ve bunun geleceğin dünyasına büyük yansımaları olacaktır.

Korona, akidesi ile iç içe fıkhı ile insanlığa rahmet olan İslam’ın insanlık için değerinin bir kez daha anlaşılmasını sağlıyor. İslam davetçilerinin kınama ve ağlama yerine hakkı anlatmayı tercih etmeleri durumunda yakında bir kez daha İslam’ın şahlanışına tanıklık edeceğiz.