Korona salgını ya da “Önder Ümmet” olmak
Korona virüsü, Çin’de ortaya çıktı, ardından dünyayı bir tür istila etti.
Şu gerçeğe bakın:
Görünmeyen, insan bedeninde yer edinmeden tespit edilemeyen bir virüs, dünyanın en zalim istilacılarını tir tir titretiyor.
İnsanların neredeyse rüyalarını dahi kontrol altında tutarak düşmanlarını tespit edip etkisizleştiren güçler, bu görünmez virüsün korkusundan evlerine sığınıp içeri kapanıyor.
Yerkürede insanın vardığı çağda ulaştığı güce kanıt sayılan ülkelerde meydanlar, karşı konulmaz bir düşman hücumu varmışçasına bomboş… Dünya güçleri, bütün imkânlarını ona karşı seferber etmişler; ama hâlâ çaresizler.
Bir daha anlaşılıyor ki:
İnsan, güçlü bir varlık değildir; güçlü özelliklerle donatılmış bir varlıktır.
İnsan, “bir damla sudan yaratılmıştır”, yapısı itibariyle zayıftır. Onu güçlü kılan, kendisine bahşedilen yetenekleri kullanma kabiliyetidir.
İnsan, o yetenekleri kullanmayı ihmal ettikçe zayıflar; o yetenekleri kullandıkça güçlenir.
Ne var ki insan, o yeteneklerini her kullanıp güç elde ettiğinde kendisini özü itibariyle güçlü sanır ve kendisini ilah konumunda görür.
Sonra sineğin Nemrut’a musallat olması misali bir hâl, ona güçsüzlüğünü hatırlatır. İnsan bir süre kendine gelir. Ama “Şüphesiz ki insan, Rabbine karşı nankördür.” (Adiyat, 6) Çok geçmeden bir daha ilahlık taslar.
İnsanın kendisine verilmiş yeteneklerini kullanma kabiliyeti, dikey bir çizgide yol alır. Zaman ilerledikçe insan, yeteneklerini daha güçlü kullanır ve madden daha çok yükselir. Ama özünü hatırlatacak vakalar da onun peşini bırakmaz. Ta ki kıyamet kopar:
“Şüphesiz Allah'ın onu, öldükten sonra tekrar diriltmeye de gücü yeter. Bütün sırların yoklanacağı günü hatırla! (O gün) artık insan için ne bir kuvvet vardır, ne de bir yardımcı.” (Târık Sûresi, 8-10)
Ve kıyamet henüz kopmadığına göre, anlamak için hâlâ vakit sahibiyiz:
İslam, salt bir uyarı değil, mutlak bir sabitlenme hâli hiç değildir.
İslam’ı, Allah katındaki “Tek Din”den sadece bazı yönler taşıyan eksik, basit ve batıl dinler gibi, salt bir uyarı konumuna hapseden akımlar var olmuştur. Üstelik zaman zaman bütün ümmeti etkileyecek kadar güçlü akımlar…
O akımlar, İslam’ı bütün olarak sabitlerden ibaret ve dolayısıyla bir sabitlenme olarak anlamışlar, anlatmışlar ve hatta dayatmışlardır.
Zaman zaman en İslamî görünen bu akımlar, şekilde öyle algılansa da özde en İslamî olmayan akımlar arasındadır. Zira onlarda İslam’ın özüyle çatışan hâller vardır.
İslam, salt bir uyarı değil, bir sabitlenme hiç değil; Nas’la belirlenmiş sabitlere bağlı kalarak odağını yitirmeden, sürekli bir hareket hâlidir.
Müslüman, Mekke sokaklarında Ebû Cehil’e kimi zaman hakikatleri hatırlatan, iradesi uyarı yapmakla kısıtlanmış, iyi yürekli Hanif değildir. Mekke’ye hâkim olup hakkı hakkına vermek isteyen, yüksek bir iradeye sahip şahsiyettir.
Bugünün ifadesiyle Müslüman, bizim Gercüşlü babalar misali şoför mahalline oturup arabayı tehlikeli kullanan oğlunu uyarıp duran yaşlı değildir. Hayatın direksiyonunu bizzat eline alıp dünyaya yön verecek güçlü insandır.
O hâlde, Müslümanın Korona gibi belalar karşısında görevi, her seferinde insana özünü hatırlatıp geçmek değildir. Müslümanlar, böyle “önder ümmet” olmaz, olamazlar.
Müslümanın görevi, Korona gibi belaları herkesten önce tespit edip ona karşı tedbir almak, kendisine verilmiş kabiliyetleri sürekli geliştirerek insanlığı yeni belalara karşı korumak; yüksek iradesiyle insanlığın önüne geçmek ve her hâliyle insanlığın önünde yürümektir. “Önder ümmet” ancak böyle olunur.