• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Siyasal İslam çöktü!” demiş. Ne yersiz bir laf!

“Siyasal İslam” hiç olmadı ki çöksün… Ama İslam, hep siyasal oldu; Mekke’de siyasal bir muhalefet; Medine’de iktidar olarak var oldu.

İslam’ın tek bir günü siyasalsız geçmedi. “Siyasal İslam” kavramını ise Müslümanlar hiç kullanmadı.

 “Siyasal İslam” kavramını, İslam’ın siyasallığını inkâr edenler uydurdu, İslam’la siyaset arasına mesafe koymaya çalışanlar kullandı.  Şimdi de kendileri çöktü, diyorlar.

ÇÖKEN KİM?

Gayeleri, siyasetle uğraşan Müslümanları marjinalleştirmekti. Böylece, emperyalizm karşıtı direnişin İslam âleminde kitleselleşmesini engelleyecek ve o direnişi henüz doğarken boğacaklardı.

Planları ellerinde kaldı. Zira bugün siyasetle uğraşan Müslümanlar, değişik nedenlerle “Kahrolsun emperyalizm!” diyemiyor. Oysa seyyar satıcılık yapan Müslüman veya kasabasında bağını budayan Müslüman, günde bir kez “Hey gidi gavurlar, bugünler size kalmaz!” demeden edemiyor.

Artık, siyasetle uğraşan Müslüman, kitleleri emperyalizm karşıtlığına zorlamıyor. Müslüman kitleler siyasetçilerinin antiemperyalist heyecanlarını korumaları için gayret gösteriyorlar.

Hatta “siyasetle uğraşan Müslüman” kavramı bile anlamsızlaştı. Çünkü artık bütün Müslümanlar bir şekilde siyasetle uğraşıyor.  

“Siyasal İslam çöktü!” savı, eski Batı’nın yeni uzantıları tarafından tam da böyle bir ortamda ortaya atılıyor. Bir daha aldatmaya çalışıyorlar:

Ümitleri, “siyasal İslam”ın değil, bizzat İslam’ın çökmesiydi. “En ılımlısı zamanla en radikalini doğuruyor!” diyen bir kafadan bundan başka ne beklenebilir ki?

Sonra bir daha düşünelim:

İslam’la siyaset, hiç ayrılır mı? Topluma seslenen hangi kurum, siyasi gelişmelere duyarsız kalabilir ki İslam duyarsız kalsın.

Dün, siyasetten çekinen ve ondan uzak duran Müslümanlar bile artık, siyasetin tam merkezindeler.

“Hakikat” da gerçeklik de buna zorluyor. İslam âleminde dün, partili siyaseti şirk gibi gören Müslümanlar da vardı, sağ veya soldan kim kendisine ulaşabilirse ona oy veren Müslüman da... Bugün her iki kesim de Müslümanca bir siyaset tarzına inanıyor ve bu tarzda var olmaya çalışıyor.

Şimdi bir daha soralım: Çöken uluslararası sistem mi? İslam mı?

İslam atakta, uluslar arası sistem ise çatır çatır çatırdıyor.  

Onları şaşırtan ve ürküten de budur. Din çağının geçip ideoloji çağına geçtiğimizi, onu da aşıp zevk çağına vardığımızı zannediyorlardı. Bütün sorunlarına rağmen özveride bulunup siyasetle uğraşan her Müslüman bu öngörülerini alt üst ediyor. Bunun için durmadan İslam’la uğraşıyorlar. Her gün İslam’a dair bir şey söylüyorlar.

İslam âleminde dindar olduğu hâlde “siyasal İslam” kavramını kullananlar var… Bir de bu kavramı kullanmadıkları hâlde bazı Müslümanları “siyasal İslam” diye etiketleyip onları yalnız bırakanlar var.

Birinci grup, “uyanıklar” sınıfıdır; Müslüman siyasetçiler güçlü olunca yanlarındalar, onlardan yer içer, makam sahibi olurlar; zayıf düşünce başlarına gelecek felaket kendilerine de dokunmasın diye ikinci tekmeyi vurmaya “aday” görünürler.

Ne var ki uluslararası sistem, son zamanlarda bunları eskisi kadar kayda almıyor, onların yerine sosyal demokratları tercih ediyor. Bunun için bu tipler telaşlılar ve geçmişte bütün sermayeleri hatta dindarlıkları sola muhalefetten ibaret iken şimdi sola sığınıyorlar.

İkinci grup ise dinin sadece ahlak kısmını da olsa yanlış bir siyasetten kaynaklanacak gelişmelerden korumak için kendilerince bazı Müslümanları “siyasal İslamcı” diye kaydeder, onlardan uzak dururlar.  

Bu ikinci grup, dün siyasetin bıraktığı boşluğu hakkıyla doldurdu ve önemli vazifeler gördü. Ama 28 Şubat’ta görüldü ki “yeni dünya”da Müslümanlar konusunda onların zihinlerindeki ayrım da artık yok…

Meseleye “Medeniyetler Çatışması” ve onun pratiğe indirgenmiş hâli “Bush Teorisi” gözüyle bakanlar, bütün Müslümanları bir görüyorlar.

Siz, kendinizi ayırsanız da hatta kardeşinize ikinci tekmeyi hep siz vursanız da eninde sonunda “imha edilecek düşman” diye etiketleniyorsunuz.

“Hakikat”i anlamakta güçlük çekiyorsak, 1400 yılı aşan gerçeklik artık bize bunu öğretmiş olmalıdır.