• DOLAR 34.667
  • EURO 36.38
  • ALTIN 2950.012
  • ...

Dünyada sınırların zayıflaması ile sadece toplumlar değil, topluluklar da birbirine karıştı ve birbiriyle karıştırılmaya başlandı.

Geçmişin dünyasında aynı ideolojiden beslenmiş ama birbirine uzak topluluklar vardı ve bunlar arasındaki sınırlar az çok bilinirdi.

Bugünün dünyasında ise topluluklar birbirine karıştı ve kimi zaman kasıtla karıştırılıyor. Bu koşullar içinde insanlık karneleri zayıf Sol topluluklar, dünyanın başka yerlerinde insanlık karneleri nispeten iyi Sol toplulukların cebinden yemeye, onlar üzerinden yerelde puan toplamaya çalışıyorlar. Bu durum, ortaya yanlış bir imaj çıkarıyor ve toplulukları izleyen toplumları kötüce yanıltıyor. Analizimizde Sol toplulukları tahlil ederek İslam dünyası ve Türkiye Solu ile dünya Solu arasındaki farkı ortaya koymaya çalışacağız.

SOL VİCDAN

Sol, Fransız İhtilali ile birlikte laikliğin siyasi bir nizama dönüşmesi ile varlık buldu. Fransız İhtilali’nden önce Hıristiyanlık kurumları iflas etmişti. İhtilal, o müflis kurumların kapısına kilit vurunca Fransız toplumunda büyük bir sosyal boşluk oluştu.

Halk adına yapılan İhtilal, vahşi kapitalizme teslim olmuş, bir avuç ayrıcalıklı zenginden oluşan Burjuva, yönetime vicdansızca el koymuş; yoksulu, kimsesizi kendi dar koşulları ile baş başa bırakmıştı.

Geçmişte, yoksulun karnını din kurumları doyuruyordu. İşçi ile patron, feodal bey ile köylü arasındaki sorunlarda da vicdan din kurumları idi.

Din kurumları ihtilalle birlikte kapanınca sosyal alanda onun yerini tutacak kurumsal yapılara ihtiyaç doğdu. Ne var ki yoğun seküler ortam ve İhtilal’in getirdiği yasaklar, bu ihtiyacın artık dine dayanan yapılarca giderilmesini mümkün olmaktan çıkarmıştı. İşte bu koşullar, Fransız Parlamentosu’ndaki oturumların ötesinde aydınlar ve halk arasında “Sol” diye ifade edilen bir vicdan doğurdu.

Sol vicdan, aslında geçmişin din kaynaklı merhamet ve şefkatinin seküler/laik bir mirasıydı. Bu vicdanın İhtilal öncesi vicdandan tek farkı önderlerinin din adamları olmamasıydı. Bunun dışında, geçmişin topluma yardım eden bir din adamı ile yeni seküler Sol aydın, aslında aynı şeyleri söylüyor ve aynı hizmeti yapıyorlardı.

Fransız İhtilali, Fransız milliyetçiliği kisvesiyle aslında Yahudi karakterliydi, belli bir azınlığın/zengin Burjuvazinin çıkarına odaklanmıştı. Ne var ki Yahudiler, kısa bir Fransız arasından sonra Almanya üzerinden Sol itirazı da sahiplendiler. Ardından Yahudilerin güven içinde yaşayıp devlete ortak oldukları İngiltere’ye göç eden Marks üzerinden Sol’a resmen el koydular. Sol, Marks’ın elinde kısa sürede Yahudi karaktere bürünerek bir azınlığın çoğunluğa tahakküm ideolojisine dönüştü. Onun Fransa’ya hâkim vahşi kapitalizmden tek farkı, Burjuva azınlığına karşı işçi azınlığını öne çıkarmasıydı. Zira Marks, basit bir işlemle Sol’u Yahudi azınlığın çoğunluğa nefret eğilimine büründürmüştü.  

Sol, 1917’de Rusya’da yine Yahudi olan Lenin ve Stalin’in maharetiyle Marksizm/Komünizm olarak bu Yahudi karakter üzerinden devletleşti. Fransa’da seküler bir vicdan olarak vücut bulan Sol, Rusya’da kendisi gibi düşünmeyen ve kendi iktidarına hizmet etmeyen herkesin kafasını biçen bir terminatöre dönüştü.

Fransa’da Sol, işçinin karnını doyuracağı, köylünün ve diğer ezilmişlerin korunacağı ortamı oluşturan bir vicdan hareketi iken Sovyetler Birliği’nde Sol, işçi ve köylüyü dahi, üstelik onların hak ve hukuku adına kesen bir zalim olarak varlık buldu.

Başta Doğu Avrupa olmak üzere dünyanın mühim bir kısmına da Sol, bu Yahudi/Marksist/Sovyetli karakter üzerinden yayıldı. Öyle ki bir zamanlar dünyanın en kan emici diktatörleri Solcu diktatörler oldu.  

BATI AVRUPA’DA SOL VİCDAN

Sovyetlerdeki bu değişime rağmen, Batı Avrupa’da Marksist kaynakları okusa dahi kadim niteliğini koruyan bir Sol hep ayakta kaldı. Bu Sol, özellikle Sovyetlerin yıkılmasından sonra başta azınlık hakları olmak üzere kendisini insan haklarına ve Batılı olmayanların Batılılar gibi yaşam hakkına sahip olduğu gerçeğine adadı.

Bunun için Kanada, Hollanda, Almanya gibi nice Avrupa ülkesinde Müslümanların neredeyse tamamına yakını Sol partilere oy verirler. Zira Sol partiler, Sol vicdan üzerinden kapitalist ve Sağcı Faşist partilere karşı Müslümanların hak ve hukukunun yanındadırlar. Müslümanlar, haklı olarak kendilerine düşmanlık besleyen Hıristiyan demokrat görünümlü Sağcı Faşist partilerin değil, bu tür insanî yönü daha güçlü olan partilerin iktidar olmasını isterler.

GÜNEY AMERİKA’DA SOL VİCDAN

Güney Amerika’da Sol, Batı Avrupa’dan da farklı olarak Anglo Sakson ve İspanyol sömürgeciliğine karşı bir bağımsızlık hareketi olarak vücut buldu. Anglo Sakson kültürün Yahudi karakteri, Güney Amerika Solunu aynı zamanda israil karşıtı bir çizgi üzerinde tuttu.

Güney Amerika Solu, bu çerçevede bugüne kadar Anglo Sakson sömürgeciliği ve kapitalizmine karşı çıktığı gibi Filistin topraklarının israil’e peşkeş çekilmesine de karşı çıktı. Bu durum, Güney Amerika Solunu İslam dünyası için tabii bir müttefik konumuna çıkardı.

İSLAM DÜNYASI SOLU YA DA SOL BELA

İslam dünyasında Sol, sosyal yardımlaşma ihtiyacına karşılık veya sömürgeciliğe karşı bir direniş gücü olarak doğmadı.

İslam dünyasında Sol; öncelikle Sovyetler Birliği’nin İslam dünyasını tahakkümü altına alma programı çerçevesinde örgütlendi. Dolayısıyla İslam dünyasında Sol henüz doğarken Marksist, Leninist, Stalinist bir çizgi üzerinde Yahudi karakterli olarak şekillendi ve Batı modernitesinin Sol kanadı olarak varlık buldu. Bunun için, emperyalizmi değil, yerel değerleri hedefine koydu; yerel değerlerin en büyük kaynağı ve varlık garantisi olan dine karşı savaştı; toplumu Batı’nın esaretinden koruyacak dini yenmeyi toplumun önüne özgürlüğe kavuşmak olarak koydu. Hitleri aratmayan propaganda diliyle bu tutarsızlığını ustalıkla örtmeyi de başardı.  

Bu Stalin simgeli despot Sol, işçinin ücretinden çok inancıyla ilgilendi; üstelik imkân bulduğunda bunu despotik yöntemlerle gerçekleştirdi. 12 Eylül öncesini yaşayanlar bilirler: Solun güçlü olduğu fabrikalarda namaz kılan işçiler saldırıya uğrayabilirlerdi. O Sol gruplar, fabrikatöre diş geçiremiyorlar ama yoksul işçinin namazına müdahale edebiliyorlardı. 12 Eylül’den sonra ise aynı Solcular, bir üniversiteye rektör olduklarında başörtüsü yasağını koyan baskıcı militer yapıyla mücadele edeceklerine, yasağı militanca uyguluyorlar, dünyayı tesettürlü kadınlara dar ediyorlardı.

İslam dünyasındaki Solun ikinci kesimi ise Ulasalcı Soldur ki bu Sola faşist Sol demek, çok daha uygundur.

Ulusalcı Sol ise, Fransa’da Batılı sömürgeci güçler tarafından İslam dünyasındaki istilalarını İslamî kesimlere ve Sovyetlere karşı korumak üzere üretildi.
Bu Solun üç temel özelliği vardır: Irkçı görünmek, teşkilat olarak Sovyetlerle bağı olmamasına rağmen Solun Rusya müktesebatına özel bir ilgi duymak ve devlet içinde teşkilatlanarak ihtilalla iş başına gelmek.

Ulusalcı Sol, bu üç esas üzerinden Sovyetler Soluna karşı cephe aldı ama devlet imkânlarını kullanarak özellikle İslamî kesimlere karşı işkence ve katliamlara başvurdu. İnsan hakları, adil yargılama gibi hususlar Ulusalcı Sol için bir söylem bile değildi.

Ulusalcı Sol, bu yapısıyla Sovyetler Solundan daha zorba, daha despot ve daha sömürgeciydi.

Sovyetler Birliği 1991’de yıkıldıktan sonra ise her iki Sol, artık sadece sekülerizmin, Batılı modernitenin militan savunucusu olarak bütünleşti; fuhuşhane, meyhane, eğlence yerleri üzerinden seküler yaşam tarzının bekçisi oldu. Geçmişte derneklerde buluşan Solcular, her şehrin meyhanelerini mekân edinerek oralarda ideolojik olarak İslam karşıtlığı yaptı, Batı tahakkümünün oturdukları mekânların açık kalması için önemine dair nutuklar attı. 

İslam dünyası Solu, Batı Avrupa’daki vicdanın temsilcisi Solun insan hakları gibi söylemlerini hep kullandı; daima Güney Amerika Solunun özgürlük, bağımsızlık gibi sloganları ile sahada yer aldı. O imajla halkın karşısına çıktı. Gerçekte ise Sovyetler ve Fransa’da üretilmiş Ulusalcı Sola özgü, diktacı, sınıfçı, kendi merkezli yapısını hep korudu.

İslam dünyası Solu, insan haklarından, özgürlükten, bağımsızlıktan söz etti. Ama dindar kesimin hiçbir hakkına sahip çıkmadı. Aksine dindarların aleyhindeki her tür yasağı bu Sol, Yahudice bir kin, militanca bir sahiplenme ve despotça bir yaklaşımla uyguladı. Bir yerde Solcu bir idarecinin bulunması, orada dindarların her tür hak ve hukuktan yoksun kalması ile özdeşleşti.

Dilerseniz bugüne bakalım: Acaba yıllar yılı CHP’nin elinde olan Şişli, Kadıköy, Bakırköy belediyelerinde bugüne kadar kaç dindar insan idari görevlere gelebilmiştir. Hükümetin baskısına rağmen buralarda hâlâ tesettürlü bir kadın çalışabiliyor mu? Veya Solcu rektörlerin yönettiği özel üniversitelerde; katlarda, hatta bütün binada mescit bulmak mümkün mü?

Bununla birlikte İslam dünyasında Sol, Batı’nın İslam dünyasını sömürme gerçeğine rağmen hep Batı’nın yanında durdu. Batı, dün Avrupa idi, bugün Amerika’dır.

Bülent Ecevit’in “Müttefiklerimiz ikna olmuşsa biz ikna olmuşuzdur.” diye meşhur bir sözü vardır. Bu söz, İslam dünyası Solunun Amerika’ya bağımlılığının bir özeti gibidir.

Bugün İslam dünyasındaki Solun herhangi bir konu hakkında nasıl bir tutum içinde olacağını anlamak için Amerika’nın tutumunu bilmek çoğu zaman yeterlidir. Hatta Sol, açıkça israil yanlılığı bile yapmaktadır.

İşin aslı bu iken, İslam dünyasında Sol hâlâ kitlelerin karşısında Batı Avrupa ve Güney Amerika Solunun söylemleri ile destek aramaktadır.

Solun imajı ile aslı arasındaki bu fark, halkı aldatmakta ve halkın bir kesimi Solu gerçekten insan hakları yanlısı ve bağımsızlıkçı zannetmektedir.

Solun zayıfladığı bir dünyada bile bu durum, İslam dünyasının geleceği açısından kendisine has bir risk taşımaktadır.  

İslam dünyasında Sol, bir vicdan değil, beladır. Bu belanın bütün ideolojik alt yapısıyla ve tutarsızlığıyla izaha ihtiyaç vardır.