• DOLAR 34.578
  • EURO 36.366
  • ALTIN 2919.573
  • ...

Türkiye’de belirli aralıklarla “dindarlık ölçüm” anketleri yayımlanıyor. Anketlerin ardından İslamî duyarlılığı olan şahsiyetler, hep birlikte bu anketleri hem duyuruyor hem mutlak bir ölçü gibi göstererek kendilerince halkın dikkatini dindarlığın azalmasına çekiyorlar.  Anketler üzerinden yaptıkları okumayla Türkiye’de dindarlığın durumuna dair kapkara bir tablo çiziyorlar.

Anketlerin yapılış amacı, kuruma göre değişiyor. SDAM olarak da 2017’de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yla sınırlı böyle bir anket yayımlamıştık. Ancak söz konusu ankette, kişilere dindarlıklarını değil, çevrelerindeki dindarlıkla ilgili izlenimlerini sormuştuk. Böyle bir anket, kişilere dindarlıklarını soran anketlerden çok farklı olur. Ama bizim anketimiz de karamsarca okunmuştu. Anketteki pek çok olumlu yöne karşı olumsuz yönler dikkat çekmişti.

Bu yıl, İslamî duyarlılığı olan bir kurumun konuyla ilgili anketini bir sempozyum vesilesiyle bizzat kurumun yöneticisinden dinledim. Anket, dindarlığa dair gayet olumlu sonuçlar içeriyordu ama hem anket sahibi hem onu dinleyenler, anketi olumsuz okuyorlardı.

Anket,  toplumun beşte birinden çoğunun düzenli namaz kıldığını ortaya koyuyordu. Bu, çok olumlu bir orandı ve kanaatimce düzenli namaz kılanların oranını doğru yansıtmıyordu. Oysa hem anket sahibi hem dinleyiciler bu oran için “Vah vah!” diyorlardı. Toplumun beşte biri düzenli namaz kılacak ve biz bunun için “Vah vah!” diyeceğiz.  Üstelik ankete göre toplumun yarısına yakını da düzenli olmasa da namaz kıldığını, ezici çoğunluğu ise cuma ve bayram namazlarını kıldığını ifade ediyordu.  Ama bu sonuç bile anket sahibi gibi dinleyenleri de tatmin etmemişti.

Galiba bugünün dünyasından haberimiz olmadığı gibi geçmişin dünyasından da haberimiz yok. Her beş kişiden birinin düzenli namaz kıldığı bir dünya… Toplumun yarısına yakınının düzensiz de olsa beş vakit namazı kıldığı bir dünya… İslam’a karşı her tür mücadeleye rağmen toplumun ezici çoğunluğunun cuma ve bayram namazlarına devam etmesi… Çok mu olumsuz bir durum? Değil aslında…

Olması gereken, bu oranlar karşısında ağlamak, yas tutmak, dizini dövmek değildir. Bu oranlardan müspet neticeler çıkarıp namaz kılanların daha şuurla kılmaları için kılmayanların ise kılmaya başlamaları için projeler geliştirmektir. Öyleyse neden sosyal medya hesaplarından, cuma vaazlarına kadar hep hıçkırık sesleri geliyor, neden hep birlikte dizlerimizi dövüp yas tutuyoruz?

Bunun pek çok neden ve aktörü vardır.

“Kıyametçi Karamsarlığın” Uzun Bir Geçmişi Var

İslam dünyasında bilinmeyen bir tarihten bu yana kıyametin yaklaşması gerçeğini toplumun bir daha asla ıslah olmayacağı ve hatta gittikçe bozulacağı yönünde yorumlayan bir anlayış vardır. Özellikle vaizler ve dini hizmetleri yapmakla görevli şahıslar arasında bu akım oldukça güçlüdür.

İmam Hatip yıllarımızda merhum İmam Hasan el-Benna’nın risalelerinde okuduklarımızı örnek alarak molla ve şeyhlerimize gider, onları İslamî ihyayı/uyanışı/dirilişi desteklemeye davet ederdik.  Çok az kısmı bizi takdir edip teşvik ederken çoğunluğu bize kıyametin yaklaştığını, ahir zaman insanının asla ıslah olmayacağını anlatır,  kimisi bize Mehdi’yi beklememiz gerektiğini de söyler, bizi ısrarla yaptıklarımızdan vazgeçirmeye çalışırdı. Ne yazık ki bu “kıyametçi akım”, Hristiyanlar arasında olduğu gibi Müslümanlar arasında da, üstelik Müslüman alimler arasında etkili olmuş ve İslam toplumunun ıslahı çalışmalarına zarar verecek boyuta ulaşmıştı.

Bir akım, köklere kadar indiğinde zaman zaman törpülenir ama fırsat bulduğu an tekrar baş gösterir. O zamanlar, bu akım ihya önderlerinin karşı tezleriyle zayıflatıldı fakat İslam dünyasının son yıllarda yaşadıkları, o akımın tekrar öne çıkacağı koşullara yol açtı.

İslamî İhyada İki Dalga ve Karamsarlık

İslam karşıtlığı ve Müslüman karamsarlığı tabii bir gelişme değildir. Uluslar arası güçler, Müslümanların şevkini kıran, İslam karşıtlarını ise güçlendiren projeler üretip yaygınlaştırıyor.

Son iki yüzyılda İslamî ihyanın ana hatları ile iki büyük dalgası vardır:

Birinci dalga; 19. yüzyılda Şeyh Halid-i Bağdadî’nin fikirlerinden etkilenen alim ve münevverlerin başlattığı dalgadır.

İkinci dalga ise İmam Hasan el-Benna ve onun Üstad Said-i Nursi gibi muasırlarının başlattığı ikinci dalgadır.

Birinci dalga İslamî ihya hareketinin karşısına önce “karamsar, kıyametçi yapılar” çıktı. Dalga, onları aşmayı başarır gibi oldu ama 1860’lı yıllardan itibaren dönemin uluslar arası İslam karşıtları Masonik yapılar üzerinden onun güzergahına set kurdular ve en çok umutsuzluk üzerinden onu kırmaya çalıştılar.

Tanzimat Dönemi şairi Ziya Paşa, “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm /Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm” dizelerini tam da böyle bir ortamda söyledi.

Dönemin büyük uluslar arası güçleri İngiltere ve Fransa’nın dışişleri bakanlıkları ile ilişkisi açık olan Ziya Paşa’nın Mason olduğu bilinmektedir. Buna rağmen onun iyi niyetli olduğu, gayesinin Müslümanların şevkini kırmak değil, İslam âlemindeki durumu tasvir olduğu düşünülmektedir. Niyeti ne olursa olsun, onun dizeleri yıllar yılı Müslüman gençliğin İslamî uyanışa dair şevkini kırmak, İslam âleminin bir daha asla ayağa kalkmayacağı kadar geri kaldığını anlatmak için kullanıldı. Bunda kısmi bir başarı da elde edildi.

Birinci dalgaya karşı asıl mücadele ise İttihat ve Terakki’nin iktidar sürecinde başladı. Bu dönemde İslam karşıtı fikrî mücadele, yerelde,  Ziya Paşa ile Masonluk ortak yönüne sahip olan ama ondan farklı olarak aynı zamanda ateist olan Abdullah Cevdet ile özdeşleşmiş gibidir.

Abdullah Cevdet, ilkin ateizmini saklıyordu, daha doğrusu günün koşulları içinde ateizmini doğrudan yayamıyordu. Ama dergisinin adını Şura-yı Ümmet koymuştu ve derginin her sayısında İslam âleminin herhangi bir coğrafyasının yoksulluğunu, cehaletini, sefaletini anlatıyordu. Dıştan bir bakışla Abdullah Cevdet, Müslümanlara acıyor ve dikkatleri onların bu acınası hâline çekiyordu. Oysa o ve arkadaşları bu düzenli çalışmaları ile, İslamî uyanışa inanan ama köklü bir şuurdan uzak gençliğin moralini kırıyorlar, onlara “Vatanı kurtarmak için İslam’a sarılmak anlamsızdır, Müslümanlar batmış, umut Batı’da!” demeye çalışıyorlardı.

Sömürgeci İngiliz ve Fransızlar tarafından desteklenen akım, büyük başarı sağladı; 20. Yüzyılın ilk çeyreği geride kaldığında İslam dünyası tam bir karamsarlık havasına bürünmüştü.

Bu karamsarlığın en karanlık noktasına vardığı bir dönemde ikinci dalga İslamî ihya başladı. İmam Hasan el-Benna ve muasırları, bu karamsarlık içinde Kur’an’ın nurunu gösterdiler ve bütün engellere rağmen büyük bir başarıya ulaştılar.

Bu dalga, birinci dalgaya göre daha avantajlıydı. Küfür bu kez 20. yüzyılın başında olduğu gibi tek parça değildi. Dalga 1960’lı yıllarda kırılma işaretleri verirken uluslar arası sistemin Komünizmle mücadeleye odaklanması dalgaya rüzgâr kazandırdı. 

Yeni Bir Durumla Karşı Karşıyayız

1990’lı yıllardan bu yana yeni bir durumla karşı karşıyayız. Komünizmin çökmesi üzerine uluslar arası sistem bütün unsurları ile yeniden İslam’la uğraşıyor, İslam karşıtı bir dalga oluşturmak için çaba harcıyor.  Uluslar arası güçler, İslamî uyanışın amacına ulaşmadığı ve ulaşmayacağına dair umutsuzluğu yaymak istiyor.

Bu post modern mücadele; her tür birikim, inanış, eğilim ve düşünceden yararlanarak ısrarlı bir şekilde İslam’a umut bağlamamayı dikte ediyor. İslamcılığın bittiği, halkın İslam’dan tamamen uzaklaştığı yönündeki anket ve sözdeki sosyolojik tespitlerin tamamına yakını da bu amaç çerçevesinde yürütülüyor.

Türkiye’de belirli aralıklarla dindarlık anketi yayımlayan şirketin başında, ateist olduğunu beyan eden, sıkı bir Avrupa Birliği yanlısı ve Soros Vakfı’na yakın bir isim vardır.

İslamî uyanış, bütün seküler akımların çatı düşüncesi pozitivizmin din çağı geçti iddiasını yalanlıyor, pozitivist iddiayı çürüterek sekülerist bütün akımların sahihliğini çürütüyor.  Bunun için tanrılarının varlığını ispatlamaya çalışan bir eski zaman müşriki gibi bu tür çevreler de ısrarla İslamî uyanışın büyümesinin söz konusu olmadığını ispatlamaya çalışıyorlar.

İkincisi, ateistler dindarlık azalıyor, dindarların sayısı düşüyor diyerek hem kendi yalnızlıklarını yenmeye çalışıyorlar, hem insan, insana uyar gerçeğinden hareketle ateist sayısını çoğaltma, dindar sayısını azaltma amacı taşıyorlar.

Onların bu amaçları İslam’ı bir numaralı düşman ilan eden uluslar arası sistemin de hesabına geliyor. Uluslar arası sistem, onları “yerel müttefik” görüp ekonomik açıdan ve sair yönlerden destekliyor, onların sesini kendi sesi gibi yükseltip duyuruyor. Onların enerjisi azaldığında para aktararak ve seslerini duyurarak onları ayağa kaldırıyor.

Ne yazık ki anketleri, sözde sosyolojik tespitleri onlar yapıyor; İslamî duyarlılığı olan şahsiyetler ise onlardan bambaşka amaçlarla onların sesini duyurup onların gücünü güç katıyor.

Bilmemiz gerekir ki toplum, düşüşte olanlara değil, yükselişte olanlara yönelir. Dindarlık azalıyor, diye figan ettiğinizde dindarlığa çağıranların şevkini kırdığınız gibi dindarlığı da azaltmış oluyor ve düşmanlarınıza hizmet etmiş oluyorsunuz…