• DOLAR 34.618
  • EURO 36.375
  • ALTIN 2919.487
  • ...

İslam dünyası yenilmedi. Zira yenilgi, savaşı kaybetmek değildir, direniş ruhunu kaybetmektir. İslam dünyası, hâlâ direniyor.

Müslümanlar, kendi kadim coğrafyalarında direnmekle de kalmıyorlar; bugüne kadar İslam’ın ulaşmadığı Orta Afrika’ya, Güney Amerika’ya, Sibirya içlerine, Kore ve Japonya’ya Kur’an’ın mesajını ulaştırmak için uğraşıyorlar. Bu, savunma psikolojisini aşan üstün bir hâldir.

Son üç yüzyıldaki durum karşısında bu tablo, ne yazık ki Müslüman kitlelere umut vermiyor. Zira, Müslüman kitlelere ara verilmeden hep olumsuzluklar duyuruluyor.

Müslüman haberciliği, Müslüman müziği, Müslüman edebiyatı, İslamî vaazlar hep “yas” üzerine kurulu… Biz, ısrarla acılarımızın Müslüman kitleleri hareketi geçirmesini ve bu acıların ortadan kalkmasına vesile olmasını umuyoruz.

Acılar, sadece acıyla ilgili hususa duyarlı olanı harekete geçirir: Her gün ne ölümler duyarız ama hiçbirimizin gözlerinden yaş dökülmez. Hâlbuki bir yakınımızın ölümü hüngür hüngür ağlamamıza, bizden beklenmeyen tepkilere yol açabiliyor. Hz. Ömer (ra), Resulullah’ın (sav) irtihali karşısında sarsılıyorsa bu, onun Resulullah ile ilgili duyarlılığındandır.

İslam karşıtları, hâlin farkında olarak Müslüman kitlelerin duyarlılığını daha da azaltmak için uğraş veriyor. Bir yandan Müslümanların çektiği acıları normalleştirirken öte yandan Müslüman duyarlılığını kökünden sökecek projeleri uyguluyor.  

Dünün Müslümanı, Müslümanlarla ilgili bir acı duyduğunda ağlayabiliyordu. Dünün sarhoş Müslümanı dahi Müslümanlara zulmedildiğinde “Heyt kâfirler! Ben geliyorum!” diye nara atabiliyordu. Müslümanlara karşı mahcup, İslam karşıtlarına karşı her şeye rağmen cesurdu. Zira o, Müslüman toplumun günahkârıydı.

Bugünün Müslümanı, acıyı duyduğunda “kanal değiştiriyor” veya “Neden hep Müslümanlar acı çekiyor?” diye sorgulamadan öte, itham amaçlı sorular sorabiliyor. Bunun yanında yeni bir tip günahkârla karşı karşıyayız. Bu, inkârcı bir günahkâr tipidir. Narasını Müslümanlara acı çektirenlere karşı değil, bizzat Müslümanlara karşı atıyor. İslam karşıtları, bu tür kendilerine ait günahkâr tipini yaygınlaştırmak için aralıksız çalışıyorlar.

Bu hâl karşısında geçmişe ait ve zaten İslam kaynaklı olmayan yas üzerinden duyarlılık oluşturma çabası artık minimize olmalı. Biz onu minimize etmezsek o bizim son yasımız olabilir!

Çağın zihniyetini okumak zorundayız…

Çağın insanı, kaybı değil, kazancı seviyor. Kaybedene değil, kazanana yöneliyor. Kapitalist bir zihniyetle, kaybedende suç arıyor; kazananda üstünlük buluyor.

Geçmişte Afgan cihadı, Müslüman kitlelerin uyanışına vesile olmuşsa bu, bir milyon Afgan’ın hayatını kaybetmesinden çok, bir avuç mücahidin Sovyet ordularına galip gelmesindendir.

Müslüman kitlelerde yeni duyarlılık inşasına ihtiyacımız vardır ve bu inşada, günün, geçmişin ve yarının Müslüman başarılarının duyurulmasının büyük katkısı olacaktır.

Günün kazançlarının ifadesi, geçmişin zaferlerinin kıvamında bir duyurusu ve geleceğe dair inşa edilecek umut… Bizi yeniden ayağa kaldıracak olan,  işte bu umuttur.

Bunda Müslüman haberciliğine ve İslamî vaazlara düşen bir yan bulunduğu gibi Müslüman edebiyatı ve diğer sanat faaliyetlerine düşen yanlar da vardır.

Asr-ı Saadet’te Medine’de yaşanan budur: Hassan b. Sabit, acıları değil, zaferleri şiirleştirdi.

Nûreddin ve Selâhaddîn Hazretlerinin başardığı da budur: Onlar, cephedeki kayıplarını ustalıkla unutturdular, zaferlerini ise her noktaya duyurdular.