• DOLAR 34.655
  • EURO 36.446
  • ALTIN 2952.23
  • ...

Türkiye, 1970’li yıllardan bu yana yaşadığı siyasi dönüşümü, güçlü bir gençlik ve kadın hareketine borçludur.

Öyle bir gençlik ve kadın hareketi ki 28 Şubat’ın demir yumruğunu bile eritmeyi başardı. Ne İmam Hatip Liseleri ve meslek liselerinin küçültülmesi ne tesettüre karşı alınan önlemler o hareketi durdurabildi.

Bir yanı esnaf ve memurlara dayanan şehirli; diğer yanı henüz şehre yerleşmiş veya şehir ötesi nüfusa dayanan o hareket, belki her istediğini alamadı ama Türkiye tarihine yön verecek güçte olduğunu ispatladı. Rayında yol alıp günün gerçekliği içinde yenilense daha büyük işler de başarırdı.  

Ne yazık ki yeni süreçte gençlik ihmal edildi. Kadının ise bu yeni süreçte yeniden yapılanıp daha nitelikli bir geleceğe hazırlanması için donanması sağlanmadı.   

Gençlik, yok sayıldı. Kadın ise önce vazifesini yaptığı duygusuna kapılıp aksiyonunu kaybetti. Onun bıraktığı boşluk, seküler yaşam tarzına sahip ama dindar sahada siyaset yapan kadın tarafından doldurulunca hayal kırıklığına uğradı. Kadın, emeğinin suiistimal edildiği duygusuna yöneldi. Hatta bir kısmı sekülerliğin aslında daha kârlı olduğu kuşkusuna kapıldı.

Buna karşı Türkiye’de 2000’li yıllardan bu yana gençlik ve kadın üzerinde “seküler dünya”nın sürekli yenilenen bir çalışması var.

Bu çalışmanın hedefi, öncelikle, dünyaya İslamî köklerine bağlılık üzerinden meydan okuyan bir gençlik yerine “keyif”te dünya ile yarışan bir gençlik üretmek… Sonra o “keyifçi gençlik sermayesi” üzerinden Türkiye siyasetine yön vermektir.  

Kadın konusu ise daha da sıkıntılı… Bu süreçte büyük bir kampanya ile İslam, “muhafazakârlık” sınırları içine itilerek gelenekle özdeşleştirildi. Gelenek ise kadının düşmanı olarak öne sürüldü. Daha kapsamlı bir ifadeyle dün, “Din, kadına düşman!” diyenler, bugün “Gelenek, kadına düşman!” diyerek aslında aynı şeyi söyledi. Üstelik dünkü söz açıktı. Dolayısıyla anlaşılıyor ve protesto ediliyor iken bugünkü söz dolandırılmıştır. Bunun için amacı fark edilmeden benimseniyor, sahipleniliyor. 

İktidar, buna karşı niyeti ne olursa olsun, kadını liberalleştirme projelerinde seküler çevrelerle yarışıyor görünüyor. Dün mazeretle sistemin içine çekilen Müslüman kadın, bugün sistem içinde liberalleştiriliyor gibi bir görüntü oluşuyor. Dahası kadına şiddet gibi konularda kendimize ait çözümleri desteklemek yerine feminist yaklaşımlara prim verilecek kadar geri gidiliyor.

Kadının liberalleştiği, İslamî söylemin ise muhafazakâr bağlamda, “anne babaya saygı” noktasında kaldığı bir ortamda gençlik, daha da liberalleşir, annesinin vardığı noktadan daha öteye gider.

İktidarın vaziyet karşısında belki çözüm olarak gördüğü “milliyetçilik”  tuzaktır. İslam dünyasında ve özellikle Türkiye örneğinde “milliyetçilik”, köklere bağlanma için bulunmuş bir yol değildir. Aksine milliyetçilik, sekülerleşme ve Batılılaşmanın, dolayısıyla milli değerlerden kopmanın kanalıdır, en etkili yolu ve “ön havuzu”dur. İslam dünyasında geleneksel yaşam tarzına sahip çevreler, en çok milliyetçilik üzerinden sekülerizm ve Batılılaşma paydasına katılmışlardır. O çevreler milliyetçilik kanalına girerek, özlerinden kopup Batılılaşmışlardır. Sol bile, böyle bir katılımı sağlamak için milliyetçiliği kullanmıştır.  

AK Parti’den kopup siyasi parti arayışlarına girenlerin de Müslüman bir gençlik ve kadın tasavvurları yoktur. Aksine daha liberal bir kadın ve dolayısıyla gençlik tasavvuruna sahipler. Bunun için de umut olamazlar.

Sekülerizmin Türkiye bağlamında uluslar arası sistem açısından en büyük kazancı, uluslar arası sistemin seküler bir Türkiye’de siyaseti daha kolay yönlendirebilmesidir.

Uluslar arası güçler, mevcut vaziyet karşısında ellerini ovuşturuyorlar ve “istedikleri zaman” altın vuruşu yapabilecek noktaya çok yaklaştıklarını düşünüyorlar. Belediye seçimleri onlara büyük bir umut verdi, şimdi mevcut siyasi yapıdan kendileri için daha uzlaşıcı bir siyasi yapı gördükleri an istediklerine kavuşacaklarına inanıyorlar.

Ama sevinçlerini kursaklarında bırakmak, hızlı bir toparlanma ile süreci yeniden İslamî bir değişime doğru yönlendirmek mümkündür. Hâlâ koşullar fazlasıyla lehte…
Yeter ki irade bu yönde işlesin…