Kahramanlar ve sahte kahramanlar
Hedefleri büyük olan toplumlar kadar zor günleri çok olan toplumların da kahramanları çok olur. İslam’ın Müslümanların önüne koyduğu hedefler, insanlığın en büyük hedefleridir. Bunun için Müslümanlar, büyük kahramanlıklara adaydırlar. Kahramanlık talep etmek, İslam’ın tabiatında vardır. Müslüman da İslamî şuura erince kahramanlığı talep eder.
Bununla beraber ilk günden bu yana İslam’ın çok zorlu düşmanları oldu ve Müslümanlar çok zor günler yaşadılar. Bu da ayrıca İslam’ı bir kahramanlık odağı yaptı.
Bütün dünyada büyük kahramanların ortak özelliği, toplumlarını dış düşmanın istilası ya da kanlı bir iç ihtilaf gibi büyük bir zorluktan kurtarmalarıdır. Toplumlarını dış düşman saldırısı ya da iç çatışma yüzünden yüz kaldıkları yok olma tehdidinden uzaklaştırmaları ve onun yolunu açmalarıdır.
Kişi, toplumunu sadece bir çıkmazdan kurtarıyorsa kahramandır ama toplumunu öyle bir çıkmazdan kurtarmakla birlikte aynı zamanda dünya önderliği konumuna da çıkarıyorsa büyük kahramandır. Bu önderliği sağlam ilkelere bağlıyorsa o sadece bir kahraman değil, aynı zamanda büyük bir önderdir.
İslam’ın büyük kahramanlarının bu ortak özelliklerden de üstün özellikleri vardır. Onlar,
-Zaferlerinin büyüklüğü ne olursa olsun toplumun onları aşırı şekilde övmesine müsaade etmezler. Övüldükleri zaman yüzleri kızarır.
-Kazandıkları büyük zaferlerin hep kendi adları ile anılmasından rahatsız olurlar. Zaferlerinin Müslümanların zaferi olarak bilinmesini isterler.
-Zaferleri onların yaşam tarzlarını değiştirmez; toplumlarının orta kesimleri gibi yaşamaya devam edeler.
İslam’ın büyük kahramanlığında Hz. Muhammed Mustafa sallahü aleyhi vesellem’in sünneti üzerinde Hz. Ebû Bekir’in yeteri kadar anlatılmayan bir örnekliği vardır.
Bedevî toplumlar bir yana eski medeni toplumlarda bile devlet reisi hayatını kaybettiğinde başkentin yağmalanma tehlikesi vardı; hayatını kaybeden aynı zamanda bir inanç önderi ise tabilerinin parçalanıp aralarında savaşa girişmeleri de yaygın bir durumdur.
Hz. Ebû Bekir’in ilk büyük başarısı, Hz. Peygamber sallahü aleyhi vesellem, ahirete irtihal ettiğinde Medine’de bunun Ensar ve Muhacir arasında çatışmanın yaşanmasına yol açmamasıdır. Bu iki kardeş topluluğun bütünleşmesini sürdürmesi ve Bedevilerin Medine’yi yağmalamaya yönelmesini engellemesidir. Bu kararlılıkla, Medine ve Mekke selamet buldu.
Hz. Ebû Bekir’in ikinci büyük başarısı, Usame bin Zeyd ordusunu itirazlara rağmen Bizans’a karşı cihada göndermesidir. Bununla sadece cihadı sürdürmedi, aynı zamanda Hz. Peygamber sonrasında sınıf farkının oluşmasına da izin vermeyeceğini ortaya koydu.
Hz. Ebû Bekir, mürtedler ve zekât vermeyenlere karşı savaşı da kazandı, Müslüman Arabistan’ın birliğini sağladı. Hemen ardından devrin en büyük iki imparatorluğu Sasani ve Bizans’a karşı cihad ilan etti. Hilafetinin toplam süresi iki yıl iki ay gibi iken Irak-ı Acem’i Sasani’lerden; Kudüs ve Dımaşk’ın (Şam) yanı başına kadar olan geniş coğrafyayı da Bizans’lardan kurtarmayı başardı. Komutanlara sıkı tavsiyelerde bulunarak Hz. Peygamber sonrasında fethi aynı zamanda sistematikleştirdi.
Buna karşı ne saray istedi ne üzerine methiyeler yazıldı. O, içeride ve dışarıda tarihin en başarılı devlet adamlarından biri olduğu hâlde Medine’de sıradan bir Müslüman gibi yaşadı ve Rahman’a ruhunu öyle teslim etti.
Bir de 20. yüzyılın sahte kahramanlarına bakalım:
İslam dünyası, her tür yoksunluğuna rağmen sömürgeci Batılı güçlere karşı, imanından aldığı güçle büyük bir direnişe geçti. Vatanını düşmanın elinden kurtaracağı gibi düşmanın imkânlarını ele geçirip onun yeryüzü hâkimiyeti iddiasını sarsacak bir kararlılıkla mücadele etti. Sömürgeci akıl ise bu kahramanca direniş karşısında, şeytanca bir yola başvurdu; İslam tarihinde o güne kadar asla görülmemiş sahte kahramanları direnişin önüne koydu.
Sahte kahramanlar, halklarının güçlerini imandan alan gerçek kahramanlarını engellemeleri karşılığında öncelikle “kahramanlık”la ödüllendirdi. Onlar kahramanlık payesini sömürgeciliğe karşı mücadelede almış gibi gösterildiler, zevk u sefaya boğuldular ve ikonlaştırıldılar. Küçük başarıları büyütüldü, yetmeyince başkalarının kazandığı zaferler onların adına yazıldı, onları eleştirenler kendini zindanlarda buldu, durmadan övüldüler, üzerlerine şiirler, şarkılar yazıldı, o şiir ve şarkıları okumayanlar bile cezalandırıldı.
Sahte kahramanlar, ilk anda sömürgeciliğe karşı verilen savaşı, “uygun teslim koşulları”nda, uzlaşı adına, sulha verdikleri değer adına bitirdiler. Ardından Müslümanların aleyhine anlaşmalar imzaladılar. Sonra, düşmana karşı kullanmadıkları orduları, ülkenin içine dönüp gerçek kahramanlığın tohumlarını sökmek için kullandılar. Sömürgeciliğe karşı direnecek alimleri katlettiler, hapsettiler; onunla kalmadılar; gerçek kahramanlığın kaynağını teşkil eden İslam’a karşı bizzat mücadele ettiler. Bu alanda elde ettikleri her başarı karşısında Batı kurumlarınca daha çok övüldüler, Batı imkânlarıyla ama Müslüman vatanlarında daha büyük kahraman diye halkın önüne kondular.
Sahte kahramanlar, halka sözde sömürgeye karşı verdikleri savaşla anlatıldılar; dışarıda “uzlaşmacılıkları ve Batılı değerlere düşkünlükleri” ile övüldüler; yakın çevreleri ise onları her gece kurulan ve gece boyu devam eden sofralar ve eğlencelerle tanıdı.
Onların halkları bir dilim ekmek peşinde iken onlar, sofralarda Batı’nın şarap üreticilerinin en çok kazanç sağlayan müşterileri oldular.
Halklarının savaşın ardından kalan zenginlikleri de onların şatafatlarına gitti; onlara umut bağlayan halkları dışarıya karşı tıkanıklık, içeride ise yokluk içinde kaldı.
Halklar gerçek kahramanlara bağlandıkça yücelirken sahte kahramanlara bağlandıkça değerlerinden uzaklaştı; bir avuç sermayedar dışında maddi açıdan da sefaletle boğuştu.
Ülkeler, gerçek kahramanlara bağlandıkça büyürken sahte kahramanlardan ancak uzaklaştıkça gelişebildi. Bir hükümet onların öğretilerinden ne kadar uzaklaştıysa ülkeye o ölçüde hizmet edebildi. Onların öğretilerine ne kadar yaklaştıysa halkının değer ve varlıklarına karşı o ölçüde mücadele etti, halkına zarar verdi, ülkesini batırdı.
Onların öğretileri, ülkenin iç siyasetinde gerçek kahramanlığa karşı savaşı sistematikleştirdi; dış siyasette ise ülkenin elini kolunu bağladı, onu dış güçlerin işlerini yürüten bir acente, bir yargı sömürge konumuna düşürdü.
Bunun için İslam dünyasının 20. yüzyıldan bu yana büyük hayali o sahte kahramanlardan kurtulmaktır. Bu sahte kahramanları sırtından atıp gerçek kurtuluşa ermektir.
Uluslar arası sistemin ise İslam dünyasında en büyük yatırımı, bu sahte kahramanları ve onların ardıllarını İslam dünyasının başında tutmaktır. Zira sömürgecilerin İslam dünyası üzerindeki tahakkümü, ancak bu sahte kahramanları korumalarıyla mümkündür.
Sahte kahramanlara örnek mi dediniz, ben size Cezayir Sosyalist Partisi önderleri ile Cemal Abdünnasır’ı hatırlatayım, eminim size daha bariz örnekler getirebilirsiniz.