Bir Kadir Gecesi Tefekkürü
Bizim enerji kaynağımız Kur`an-ı Kerim, sapasağlam elimizde. Düne enerji veren, dün bu enerjiyle bütün maddi sebepleri geçersiz kılan bu kaynak, bu gün bize neden enerji vermesin, maddi sebepleri, bizim için neden geçersiz kılmasın...
İçinde Kadir Gecesi bulunmayan bin aydan daha hayırlı olan Kadir Kadir Gecesi,
Kur`an inkılabının başlangıç yıl dönümüdür.
Kur`an-ı Kerim, bu gece Levh-i Mahfuz`dan dünya semasına indi.
Kur`an-ı Kerim`in ilk ayetleri bu gece Hz. Muhammed Mustafa`ya (s.a.v) duyuruldu.
İnsanlık fetret sürecinde çaresizdi, şaşkındı; bir önder arıyordu kendisine. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) bu gece önderliği aldı. O, insanlığın hali üzerine tefekkür eden tevhid ehli bir Kureyşli olarak çıktığı Hira`dan "Son peygamber olarak döndü."
Bizans ve Sasani zulmü altında kıvranan dünyada bu geceden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İnsanlığı puta tapıcılık üzerinden kendilerine kul edinenler, bu geceden sonra karşılarında İbrahimler bulacaktı.
O geceden Kıyamet Günü`ne kadar şu veya bu ad altında insanlığı kendisine ibadet ettirmek isteyen her tağut "insanlığın elinde Kur`an varken ben bunu nasıl yapabilirim ki?" endişesine kapılacak; Kur`an`ı insanlığın elinden madden veya manen alma derdine düşecekti.
KADİR GECESİ Bİ`SET BAYRAMIDIR
Kadir Gecesi, ahir zaman insanlığının kurtuluş bayramıdır.
Kadir Gecesi karanlıkta kıvranan insanlığın İslam aydınlığına kavuşma bayramıdır.
Kadir Gecesi, İslam`ın dün bugün ve yarını üzerine tefekkür için bir nimettir.
Ne var ki hali acı olanın tefekkürü derttir. Önümüzde üç yol var:
1. Ya haline ağlaya ağlaya köleliğe devam eden bir köle gibi hem ağlayacağız hem kendilerini başımıza efendi atayanlara kölelik etmeyi sürdüreceğiz.
2. Ya ölüsünü hatırladıkça yaktığı ağıtla teselli bulup günlük hayatına alelade devam eden kocamış kadınlar gibi yaşayacağız.
3. Ya da bir ahir zaman insanı olarak ahir zaman yükünü Kur`an-ı Kerim önderliğinde yüklenip Hz. Muhammed Mustafa`nın (sav) sünnetini izleyerek bu derde çare arayışına girişeceğiz.
NE HALDEYİZ?
Bu gece "cesaretimizi toplayarak" gözlerimizi kapatıp halimiz üzerine tefekkür edelim:
İslam, dağ dağ, ova ova yurtlarıyla; siyah ,beyaz, melez, renk renk insanıyla büyük bir gövde..
Bu gövde, köleleştirilmek istenen şerefli bir insan misali, insanlık yağmacısı, acımasız köle tüccarlarının peş peşe darbelerine maruz… Hissiyatımız azıcık yaşıyorsa ona bakmaya içiniz el vermez; onun sesini duymaya yüreğiniz dayanmaz. Sağı, solu, yukarısı, aşağısı dört bir yanı düşman... Kalbine kendi hücrelerinden üretilen kurtlar salınmış...
Hz. İbrahim (a.s) gibi ateşteyiz...
Hz. Yusuf (a.s) gibi tutsak...
Hz. Eyyüb (a.s) gibi hasta...
Hz. Yunus (a.s) gibi karanlıkta...
Hz. Musa (a.s) gibi takipte...
Hz. İsa (a.s) gibi çarmıhçıların elindeyiz...
Hani batıdaki İslam yurdu Endülüs? Hani kuzeydeki İslam toprakları... Yüzyıllarca İslam`ın elinde kalan Kırım... Hani en doğudaki İslam yurdu Doğu Türkistan... Ya güney ne durumda? İlk İslam yurtlarından Yemen... İlk kıble Mescidi Aksa ve onun yurdu Kudüs Filistin... Büyük İslam şehirleri Şam, Bağdat... Ve İslam`ın kalbi Hicaz.
Hangi genç beyin bu hali düşünür de kocamaz? Hangi yürek bu acıyı duyup da durmayı istemez? Hangi hayal buralardan geçer de sahibini ağlatmaz?
Buyurun bakalım, her nereye bakacaksak... Buyurun dinleyelim, her nereyi dinleyeceksek... Buyurun düşünelim, her nereyi düşüneceksek…
NE OLDU BİZE?
Her şey ilim kurumlarımızın iflasıyla başladı: Birkaç yüzyıl önce ilim kurumlarımız dondu; bize daha ötelerin yolunu gösterecek âlimler yetiştiremez oldu, atlarını bir sonraki gün başka bir yurdun ırmaklarında sulayacak fatihlere fikir veremez oldu, İslam çocuklarını baba ocağının dar dünyasından ilim dergâhlarına, Cihad orduları kışlalarına getiremez oldu.
Batıda Yahudi dünyeviliğiyle büyüyen düşman, daha fazlası için kapışmışken bizi öndersiz buldu, bizi hazinelerimizi koruyacak güçlü ordulardan yoksun buldu; Yahudi hırsıyla malımıza, köle tüccarı hevesiyle insanlarımıza göz dikti. Direndik, onu üzerimize geldiğine pişman ettik. Düşman şaşkındı. Ne Güney Amerika yerlilerine ne Afrika toplumlarına ne de Çin`e benziyorduk. Modernizmin Kutsal Kitabı tarihtir. Düşman tarihe baktı:
-Bir kez Endülüs`te onun tepesine binmiştik. Hicretin üzerinden henüz 100 yıl bile geçmemişti.
-O, ancak 400 yıl sonra kendisine gelebilmişti, Endülüs`ün birkaç şehrini bir yana bırakıp Kudüs`e dayanmıştı; Medine`ye varma hedefindeydi ki biz onu 76 yıl sonra Akdeniz sahillerinde darmadağın ettik.
-Olduğumuz yerde kalmadık. Bize saldırırken durup eğlendiği İstanbul`u 266 yıl sonra da olsa ondan aldık. 76 yıl sonra Viyana kapılarında bir daha Endülüs günleri gibi tepesine bindik.
Düşman vaziyetini gözden geçirdi. 269 yıl sonra Napolyon`un komutanlığında, kılığı modern kalbi ve beyniyle kadim haçlı olarak bir daha Akdeniz sahillerinde üzerimize geldi. Bir daha direndik; Avrupa`yı kasıp kavuran Napolyon`u üç yıl içinde geldiği yere dönmek durumunda bıraktık.
ENERJİMİZİ KUR`AN`DAN ALIYORDUK
Neydi bizdeki güç kaynağı? Arap, Türk, Kürt, birimiz önde diğerimiz arkada fark etmiyordu. Endülüs, Şam, Kudüs, Doğu Avrupa onu hep yeniyorduk. Düşmanın iştahını kabartacak kadar zayıf da olsak, onun rüyalarına girecek kadar güçlü de olsak onu hep yeniyorduk.
Görünen gücümüzün ötesinde bir güç kaynağımız vardı. İşin içinden çıkamayan düşmen, Napolyon`un seferinden sonra Enstitüler kurdu; "Şarkiyatçı diye bilginler yetiştirdi, onları yurtlarımıza gönderdi. Şarkiyatçılar kimi zaman seyyah kılığında kimi zaman bir derviş postu altında aramıza geldi, bizi izledi ve raporunu sundu: Elimizde Kur`an vardı. O idi bizim enerji kaynağımız. O günkü tespiti Yahudi asıllı İngiliz Başbakanı yıllar sonra da olsa şöyle ifşa ediyordu:
“Bu Kur`an Müslümanların arasında bulunduğu sürece yapacağımız hiç bir işte bir adım ileri gidemeyiz.”
BAŞIMIZA KUR`AN`SIZ İDARECİLER GETİRDİLER
Şarkiyatçılarına kulak veren düşmanın hedefi belliydi artık: Bizi Kur`an`sız bırakmak.
Hemen gafil sultanlara haber salındı: “Memleketinizi kalkındıracak ‘bilim sihri` bizde. En zeki gençlerinizi gönderin, onlara bu sihri öğretelim” dendi. İlim kurumlarımızdan umut kesen sultanlar bu isteğe derhal karşılık verdi.
Kur`an ayetleriyle Batı`ya gönderilen o gençler, İslam yurduna Kur`an düşmanı olarak döndü ve onlar, “bilim sihiri` bilen kişiler olarak fikir kurumlarının ve orduların başına verildi. Felaket o günden sonra yeni bir sürece girdi. Fikir kurumlarının başına verilenler, Müslümanları gaflete düşürdü, uyuşturdu; Ordularının başına verilenler, aziz İslam yurdunu düşmana cephe cephe teslim, etti.
Müslüman halk, “Kur`an bunu kabul etmez, Resulullah buna razı olmaz” deyip ayağa kalktı; sapmış fikir adamlarına ve “onların beyniyle düşünen, onların diliyle konuşan, onların yürüdüğü gibi yürüyen” ordu komutanlarına rağmen düşmanı bir kez daha mağlup etti.
HALKLARI KUR`AN`SIZ BIRAKMAK İSTİYORLAR
Düşman, kendisini yenen halkı cezalandırmak ve bizi iç çelişkiye sürüklemek üzere başımıza hileyle üçüncü derece valiler getirdi. Adı kral veya başkan, biri diğerinden zalim... İslam yurdu baştanbaşa bir işkencehaneye çevrildi.
Ne işkence ne sosyalizm kisvesiyle mürtetleştirme projesi ne sağcılık üzerinden yozlaştırma... Ulusalcı velilerin hiçbir yöntemi Müslüman halkı dize getiremedi. Çünkü bu halkın elinde hala Kur`an vardı.
Düşman, devlet idaresiyle, toprak işgaliyle ulaşamadığı hedefe şimdi yeni bir projeyle ulaşmak istiyor: Bu, “Kur`an`sız Halklar Projesi” dir. Diktatörlerin sopasıyla Kur`an`sız bırakılmayan halkları liberalizm ödülüyle aldatma projesidir. Halkları kendi askeri haline getirme projesidir.
Endülüs`te tepelerine binen Müslüman Arap halkını piyon idarecilerin eliyle değiştirmeyenler... “İslam`ın Kılıcı” unvanına sahip Türkleri İslam dünyasını yoldan çıkarmak için bir laboratuvar malzemesi gibi kullanmaya kalkışanlar... Selahattin ordusunda Haçlıları darmadağın eden Kürtleri Selahaddin`den intikam almak için mağdur edenler... Bugün üzerimizde “fert fert” çalışarak bizi Kur`an düşmanı yapmak istiyor.
Düşman hırslı... Hamle üzerine hamle yapıyor. Müslümanlar yorgun ve yaralı... Ne olacak? Son hamlede düşman mı kazanacak? Hz. İbrahim`i ve hanımını hatırlayalım. Hani onlar, bir tevhid nesli istiyorlardı da maddi koşullar onların aleyhineydi.
“İbrahim ben ihtiyarlamışım buna rağmen bana bu müjdeyi mi veriyorsunuz; Siz, beni neyle müjdeliyorsunuz, dedi. Sana gerçeği müjdeliyoruz, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma” dediler. “İbrahim`in zaten sapmışlardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümit keser” dedi.
İbrahim`in hanımı, vay başıma gelenler, dedi. Ben kocamış bir kadın, şu kocam da yaşlanmış bir kimse iken çocuk mu doğuracağım? Bu çok şaşılacak bir şey doğrusu!” “Melekler dediler ki Allah`ın işine mi şaşıyorsun? Ey hane halkı! Allah`ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizdedir. Muhakkak ki O, hamd edilmeye layıktır, lütuf ve ihsanı boldur.” (Hud 72-73)
Sonra Hz. Yahya`nın(as) doğumunu hatırlayın: “Zekeriya, Rabbim, ben artık iyice kocamış, karım da kısırken nasıl oğlum olabilir, diye sordu. Allah, böyledir, Allah dilediğini yapar,” diye cevap verdi.” (Al-i İmran 40)
Görüldüğü gibi insan Peygamber de olsa peygamber yakını da olsa maddi sebeplere bakıyor. Ama Allah, dilediğini yapıyor. Hz. İbrahim(as) muvahhid bir nesil bahşeden Allah, Hz. İbrahim (as)`in milletinden olan bizlere neden vermesin?
Bizim güç kaynağımız, bizim enerji kaynağımız Kur`an, sapasağlam elimizde. Düne enerji veren, dün bütün maddi sebepleri geçersiz kılan bu kaynak bugün bize neden enerji vermesin, maddi sebepleri bizim için neden geçersiz kılmasın?
Yeter ki biz “Allah katında, din İslam`dır” diye seslenebilelim. Sözümüze yürekten inanarak “Zafer İslam`ındır ”diye haykırabilelim.
Bu Kadir Gecemizin o zafer için bir başlangıç olması dileğiyle geceniz mübarek olsun, bereketli geçsin...