İstanbul Sözleşmesi ya da Düyûn-ı Umûmiye
2011 yılında İstanbul’da “kadın hakları”ndan öte “kadın yasaları” konusunda imzaya açılan uluslar arası sözleşmeye, ilan yerine bakılarak “İstanbul Sözleşmesi” denmiştir.
Sözleşme özellikle uygulanmaya başlandığı 2014’ten bu yana sürekli gündemde ve aile ilgili bütün tartışmaların odağındadır.
Ne var ki sözleşme nedir, ne değildir hususu tartışmanın tozu dumanı içinde hep açıkta kalmıştır. Tartışmanın odağına belki dedikodu değeri ve dolayısıyla ilgi kat sayısı yüksek olduğu için aynı cinsten olanlar arası sapkınlık oturmuştur.
Bugün de tartışma varsa yoksa bu marjinal sapma üzerinde kalmakta hatta kimi zaman aleyhinde bile olsa bu marjinal sapmanın reklamına dönüşmektedir.
Ki bu sapmayı teşvik edenler, aleyhteki yoğun konuşma ortamının nihayetinde sapma lehine işlediğini bildiklerinden tartışmanın sürmesinden memnun görünmektedirler.
Peki nedir bu İstanbul Sözleşmesi?
Cevabı çok net: Osmanlı ekonomisi için Düyûn-ı Umûmiye ne ise Türkiye’nin ailesi için İstanbul Sözleşmesi odur.
Neydi Düyûn-ı Umûmiye? Aslında Batı ile yapılmış bir borçlar sözleşmesiydi. Ama nihayetinde Osmanlı’nın ekonomisi üzerindeki söz hakkını Batı’ya devreden bağımsızlığı kısıtlayıcı, hürriyeti bağlayıcı bir tür istila yasasına dönüşmüştü.
İstanbul Sözleşmesi de Türkiye’nin aile yönetimini hatta aileyi de aşarak çekirdek yapı oluşturma bağlamındaki insan ilişkileri yönetimini tümüyle Batı’ya devreden bağımsızlığı kısıtlayıcı, hürriyeti bağlayıcı bir metindir.
Bu kadar kötü mü, maalesef bu kadar kötü… Bir kere bundan sonra aile ile ilgili çıkarılacak hiçbir yasa sözleşmenin hükümlerine aykırı olamaz.
Daha kötüsü aynen Düyûn-ı Umûmiye’de olduğu gibi sözleşme bir denetim mekanizması kuruyor, ülkeyi “ham insan kaynakları” açısından sıkıca kontrol altına alan bir denetimle gözetleyip raporluyor ve ülkeye bu raporu parlamentosuna sunma zorunluluğu getiriyor.
Sözleşme, İstanbul’da ilan edilmiş ama İstanbul ruhundan, İstanbul’u şekillendiren medeniyetten zerre taşımıyor. Tamamen Batı ve Doğu blokları sonrası bütünleşik Batı’nın liberal-sosyalist zihniyetiyle şekillenmiş…
Ki liberal-sosyalist zihniyet, ahlakı suç, ahlaksızlığı erdem kabul ediyor. Aile yaşamını şiddetle reddederken ahlaksızlığın dibine sapıp aynı cinsten kişilerin birlikteliğini kutsuyor ve açık bir koruma altına alıyor.
Sözleşmede bu husus açıkça geçmese de sözleşmenin getirdiği mekanizma, bu liberal-sosyalist ruhu taşıdığı için eninde sonunda bunu getiriyor.
Sonuçta, sözleşmenin getirdiği mekanizma, Türkiye’nin aile politikalarını ipotek altına alıyor, aile politikalarını kendi başına dizayn etmesine izin vermiyor. Bununla beraber anılan sapmalara giden fertlerin bırakın cezalandırılmasını, kınanmasını, kınama hissi verecek şekilde eleştirilmesini dahi “ayrımcılık” adı altında yasaklıyor, onların hâlleri ile ilgili sınırsız kabul görme zorunluluğu getiriyor. Sözleşme uygulandıkça yanı başınızda farklı cinsten iki şahsın nahoş hâline müdahale ederseniz kişisel yaşama müdahaleden yasaların karşısına çıkabilirsiniz. Halbuki aynı cinsten iki kişinin yanlış yakınlaşmasına müdahale ederseniz hem kişisel yaşama müdahaleden hem de kişileri cinsiyet tercihlerinden dolayı kınamaktan dolayı cezalandırılırsınız. Onların her hâli kutsal ve sizin her müdahaleniz suç…
Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden bu yana öyle sorunlar baş gösteriyormuş ki akıllara ziyan… Örneğin kolluk kuvvetleri fuhuşat ilgili herhangi bir operasyon yaptıklarında kişiler, biz aynı cinsten beraber kişileriz diye ifade veriyorlar, böylece doğrudan bir müdahalesizlik kapsamına giriyorlarmış. “Türkiye’nin denetim karnesini aman abartmayın!” uyarısı da alan kolluk kuvvetlerinin elini kolunu bağlıyorlarmış. Öylesine bir ayrıcalıklılar ki havaları 1900’lü yılların başında Taksim’deki bir Fransız vatandaşının havasına beş katlıyormuş…
Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi, Batılı müdahalenin tarihte görülmüş en uç şeklidir. Tarihin hiçbir aşamasında hiçbir medeniyet, başka bir medeniyetin bu şekilde sapmışlarını koruma altına almasına izin vermemiştir. Hiçbir medeniyet, ailesini bu şekilde kendisiyle tam zıt değerlere sahip başka bir medeniyetin müdahale ve denetimine açmamıştır.
Geleceğimizin selameti için bu sözleşme derhal iptal edilmeli, Düyûn-ı Umûmiye’ye karşı çıkılan ruhla bu sözleşmeye karşı çıkılmalıdır.