• DOLAR 34.655
  • EURO 36.439
  • ALTIN 2950.965
  • ...

CHP’nin kökleri ta Tanzimat’a dayanıyor. Tanzimat, İslam dünyasına Batı karşısında dayatılan bir teslimiyet tarzıydı.

İslam dünyası, 19. yüzyılda Batı karşısında zayıf düştüğü hâlde hem bir siyasi güç olarak hem yaşam tarzıyla direnişini sürdürüyordu ki bu direniş hiç kuşkusuz İslam’ın temel kaynaklarına duyulan güvene, imana dayanıyordu.

19. yüzyılda İslam dünyasında gerek Batı etkisindeki formal eğitimden geçenler gerek informal Batılı eğitim odakları olan Mason locaları gibi mekânlarda yaşam güzergahlarını çizenler, o güvenden, o imandan koptular. İslam dünyasının artık Batı karşısında direnişini sürdüremeyeceğini düşündüler.

Bu gruplar, yerli azınlık sermayesi ve dış sermaye ile desteklendiler. Buna karşılık İslam uleması, bir türlü klasik yapısını aşıp toplumun karşısına krizi sonlandıracak çözümler getirmedi. İslam dünyası, kendi arasında bütünleşip Batı’ya karşı güçlü bir ses olamadı. Nihayetinde Batı yanlılığının dinamikliği, buna karşı İslam’a güvenlerini, imanlarını kaybetmeyenlerin ihtilaftan kaynaklı hantallığı, Tanzimat sürecini getirdi.

Tanzimat Fermanı, Batı’ya teslimiyetin belgesidir. O ferman, Osmanlı’nın zamana yayılan ve kamufle edilmiş bir teslimiyetle Batı’ya devrinin başlangıcıdır.

Ustalıklı bir planlama ile sürece bir direniş süsü verilmişti: Tanzimat’ın mimarları, İslam dünyasını korumak için Batı’ya karşı direniyormuş gibi davranıyorlar ama bu direniş görüntüsü altında İslam dünyasını peyderpey Batı’ya veriyorlardı.

Sloganlar direniş kokuyordu oysa o sloganların altındaki nehir, Batı’nın barajlarını dolduruyor, Batı’nın koloni ekinlerini suluyordu.

Tanzimat kadroları, 1860’lı yıllarda yerlerini Jön Türkler veya yeni Osmanlılar denen sloganları daha keskin ama teslimiyetleri de o sloganlar kadar keskin bir kadroya bıraktı.  Meşrutiyeti o kadro ilan ettiyse de Sultan Abdülhamit siyasi güçle önlerini kesmeye çalıştı.

Jön Türkler, Abdülhamit’in engellemelerine rağmen bizzat onun açtığı okullar ve onun oluşturduğu iletişim imkânları ile yıldan yıla büyüdüler, teşkilatlandılar ve nihayetinde İttihat ve Terakki’yi kurdular.

İttihat ve Terakki, II. Meşrutiyet’le birlikte iktidar olurken aynı zamanda bölünmeye uğradı. O bölünmüş İttihat ve Terakki’nin en radikal, en uç Batıcı grubu, Kurtuluş Savaşı yıllarında CHP’yi kurdu.

Kuruluş aşamasında adı Cumhuriyet Halk Fırkası denen parti, işin özünde Batı’ya karşı Kurtuluş Savaşı’nı İslam’ın yükünü üzerine alarak sürdürmenin mümkün de gerekli de olmadığını öne sürüyor; Batı’nın en büyük düşmanı olarak gördüğü İslam’ı “çağdaşlaşma” projesiyle terk ederek Batı’yla bütünleşmeyi öneriyordu. Ama CHP, bu bütünleşmeyi aynı zamanda yurtseverlik, milliyetperverlikle açıklıyordu; “uygun koşullarda” bir teslimin sağlanarak vatan ve milletin yok olmaktan korunduğunu iddia ediyordu.

CHP, o süreci Batı’nın talepleriyle tam bir uyum içinde katı bir laiklik ve görünürdeki bir milliyetçilikle yönetti. Ki bunun hakikatteki karşılığı, halkın ulusçuluk kapanına kısılarak İslam dünyasından koparılması, ardından Batı kazanına atılmasıdır. Bu kapan ve kazan projesi, Batı’nın İslam dünyası için bulduğu en işlevsel projedir: Kavim duyguları coşturularak toplum İslam dünyasından uzaklaştırılacak, sonra ona yeni yolun çağdaşlıktır denerek nihayetinde, “ulus” adı altında Batı’nın modern şatolarının önündeki kölelere dönüştürülecektir.

CHP’nin bu bağlamda, “siyasi İngilizcilik” ve “kültürel Fransızcılığa” dayanan jakoben bir Batıcılık siyaseti güttü. Toplumun yararı adına topluma baskı yaptı; toplumu dipçikle Batılılaştırmaya çalıştı.

CHP’nin Değişimi

CHP, Cumhuriyet Dönemi boyunca bir dizi değişim geçirmiş göründü:

-1930’lu yıllarda Faşizme yöneldi; Batılılaşma ile İngiliz ve Fransızlar gibi bıyıklarını kesen CHP idarecileri o yıllarda Hitler bıyıkları bırakmaya başladılar.

-II. Dünya Savaşı’ndan sonra yine Sovyet yanlısı olmayan, Batı Avrupa tarzı bir solculuğa yöneldi. CHP yöneticileri, o yıllarda artık Hitler bıyıklarını kestikleri gibi, sol yumruklarını havaya kaldırarak da konuştular. CHP’nin özellikle genç nesli bıyıklarını Stalin tarzı bırakmaya başladı.

- 1960’lı yılların sonlarında CHP’deki sola eğilimin dozajı kaçırdığı ve maksadına hizmet etmekten uzaklaştığı şikâyetleri üzerine CHP, “Ortanın Solu” görünümü altında, BAAS ve Nasırcılık tarzı bir ulusalcı sosyalizme yöneldi.

-CHP, 1980’den sonra solun kontrol altına alınıp yönlendirilmesi projesini üstlendi ve ulusalcı sosyalizmden sosyal demokrasiye geçti. O yıllarda Alevi solunu içinde eritti; Kürt solunu ise kendi güdümüne aldı, Meclis’e taşıdı.  

-1990’lı yıllarda Baykal’la birlikte CHP, sosyal demokrasiyi reddetmese de ulusalcı sosyalizme tekrar yaklaştı.

2010’da başlayan Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığı ile birlikte CHP, bugünkü sürece girdi. Alevi solunu ve radikal solu içeri çekti; Kürt solunu da 1980’li yıllarda olduğu gibi yanına aldı.

CHP, bütün değişimleri geçirirken veya değişim rollerini oynarken iki çekirdek ilkesinden asla kopmadı. CHP’nin bu iki çekirdek ilkesi, toplumu ümmette karşı konumlandıran ulusçuluk ve toplumu Batı lehine dönüştüren, özünden kopmuş olarak Batı’nın kapısına götüren laikliktir.

Bu tarihsel serüvene bakarak CHP’nin bugün geldiği noktayı nasıl izah edeceğiz? İmam Hatip öğrencileri ile fotoğraf çeken bir CHP genel başkanı… Geçmişte İslamcı diye bilinen kimi şahısları genel başkanın özel desteğiyle milletvekili seçtiren bir CHP… Bazı milliyetçi-muhafazakâr kişileri büyük şehir belediye başkanlığına taşıyan CHP… Yoksa bu kez CHP değişiyor mu?

CHP’nin HDP’lileşmesi

HDP’nin seçmen kitlesini sol ve Kürt ulusçusu çevrelerden Bölgede yüzde elli ve üzerine çıkarma öyküsünü doğru tahlil etmeyenler, CHP’nin son süreçteki değişimini kavramıyorlar.  

PKK’nin siyasi kanadı, 1989’dan başlayarak Bölgede seçmen kitlesini büyütmek için jakobenizme başvurdu. CHP’nin bir dönem resmi militarizmle yaptığı işi, örgüt militanları ile yaparak siyasi amaçlarına ulaşmaya çalıştı, dipçik demokrasisi ile siyasi sonuç aldı. Ancak PKK’nin siyasi kanadı, militanların siyasete yapacağı etkiyi denklem dışında tutmadan zamanla farklı bir sürece de geçti, özellikle HDP döneminde bu süreç siyasette görünür bir noktaya vardı.

HDP, solun dünyadaki değişimine uygun olarak Taksim’de marjinal gruplar ile aynı masaya oturdu, onlarla bütünleşti. Taksim’de eşcinsellikten açık açık söz etti. O azınlığa kendi içinde yer ayırdı, onun slogan ve flamalarını mitinglerine taşıdı; o kesimi “onurlandırdı”, o kesime sermaye sağladı, o kesimi gençler arasında özel bir gayretle büyüttü.

HDP, Diyarbakır’ın meyhanelerinde avamdan ve eski Marksist sarhoşlarla oturdu; onlarla kadeh tokuşturdu ve kendisini onların yaşam tarzının güvencesi olarak öne sürdü.

HDP, aksiyonerliği köklerinden gelen ve o aksiyonerlikle Marksizme yönelen Gazi Mahallesi’nin Alevi gençlerinin karşısına bir “selefçi Marksizm”le çıktı, Okmeydanı’nda Sol yumruğunu kaldırıp sağa sola molotof atan çocukları kahraman ilan etti, onların arkasında durdu.

HDP, Diyarbakır, Batman, Van gibi şehirlerde palazlanan yeni burjuvaya masasının başköşesini ayırdı. Onunla 1980’li yıllarda örgütün tek yanlı haraç alma siyasetinden farklı bir ilişki geliştirdi. Örgüt yine haracını alırken HDP, o burjuvaya belediyeler üzerinden ihale sağladı ve ortak oldu.

HDP, eskiden beri sola eğilimli kimi sözde “mele”leri içinde barındırıyordu, o mele’leri seçim mitinglerinde otobüslerin üzerine çıkarırken taltife düşkün pek çok dindar imamı da kendisi için propagandacı yaptı.

HDP, Hakkâri’nin köylerinde komün denemeleri yaptı ve bunu teşhir etti. Bölgenin tamamında tesettüre karşı savaşını “ulusalcı sosyalist çağdaşlaşma projesi”yle tavizsiz sürdürdü.

Ama HDP, aynı zamanda başı örtülü belediye başkanları veya eş başkanlar da seçti. İslamcı diye bilinen kimi şahısları milletvekili yaptı.

HDP, bunu yaparken “Onlar başlarındaki örtüyle veya İslamcı kişilikleri ile bir Marksistle, kıdemli bir meyhaneciyle hatta kendilerini artık eşcinsel diye tanıtan ahlakta sınır tanımazlarla aynı masaya oturuyorsa biz onları seçtirerek onlara hizmet etmiş olmayız. Onlar, aramızda bulunmakla bize hizmet etmiş olurlar” diye düşündürüldü. Bu düşündürülmenin haklılığı da görüldü.

HDP’deki başı örtülüler, HDP’lilerin çocuklarının başlarını örtmediler ama kendi çocukları başörtüsüz büyüdü. HDP’ye giden sözde eski İslamcılar, HDP’de İslamcı bir kitle oluşturmadılar ama dindar ailelerin on binlerce gencinin HDP soluna açılmasına, hatta yüzlerle ifade edilemeyecek kadar çok sayıda dindar aile gencinin bizzat dağa çıkmasına sebep oldular.  

HDP, o başı örtülüler ve sözde eski İslamcılar için makam merdiveni ve belediyeler bağlamında rant kapısı olurken onlar sosyalizme, İstiklal Caddesi yaşam tarzına ve nihayetinde solcu militanlığa eşik oldular.

CHP’ye geçen kimi sözde eski İslamcılar ve milliyetçi muhafazakârlar için yaşanan budur. CHP, HDP ile ittifak kurarken ırkçılıktan ödün vermiyor; İslamcıları safına alırken Batılılaşmaya hatta jakoben laikliğe ve laiklere sırtını dönmüyor.

Özetle CHP, bölgede tutan HDP siyasetini Türkiye geneline yayıyor ve bu, başkanlık sistemiyle geçmişten ayrılan yarının Türkiye siyaseti için hiç de küçümsenmeyecek riskler barındırıyor.