• DOLAR 34.459
  • EURO 36.427
  • ALTIN 2922.799
  • ...

Dünyanın geldiği noktada biz artık bir mahalleyi dahi konuşurken küresel güç odaklarını ihmal edemeyiz. İhmal edersek değerlendirmelerimizde isabet edemeyiz.

Küresel güçler, “Dünya, bir köy hâline geldi” iddiasının mutlak gerçeklik olduğunu kabul ettirerek dünyayı bir köy gibi yönetmek istiyorlar.

Bu köyde mahalle bir yana “hane” bile tanımıyorlar; hane mahremiyetini dahi iktidar alanlarının kısıtlanması olarak görüyorlar, hane mahremiyetini korumak isteyenlere karşı dahi savaş ilan ediyorlar.

Ülkeleri bu iktidar hırsı karşısında ilk anda üçe ayırmak mümkün:

Ortak olanlar, teslim olanlar ve direnenler…

Örneğin, 20. yüzyıl boyunca Dünya Savaşları’ndan çektiği acının meyvelerini yeteri kadar toplamayan hatta o savaşların kazananı olduğu hâlde nihayetinde kaybedeni konumuna düşen Fransa bir süre mızmızlandı ama birkaç yıldır ortak olma derdinde…

Örneğin Suudi Arabistan, Kral Selman’ın şahsında hafif direniş işaretleri vardı, sonra ana bağlamda Müslüman kimliği ile çatışan ama özelde devlet olma tarihiyle uyuşan bir tutumla rezilce teslim oldu. Şimdi teslimiyetine ortaklık kamuflajı giydirmeye çalışıyor, “kâhyalığı” ortaklık kılıfına büründürebilirse bu süreçten daha az rencide olarak çıkabileceğini düşünüyor.

Direnenlere gelince;

Küresel iktidarın öz sahipleri, ortakları ve ona teslim olanlar dünya haritasının üzerinde aynı renge boyandığında bu iktidara direnmenin ne kadar zor olduğu ilk bakışta görülebiliyor.

Direnmeye kalkışan ve direnme emareleri gösteren aniden kuşatılıyor. Kuşatmayı peş peşe gelen darbeler takip ediyor.

Hani bir bina düşünün, önce kolonlarına darbe vurursunuz, yıkılmasa da sarsılmaya başlar, henüz o kolonları tamir etmeye imkân vermeden bu sefer üstten ağır kütleler indirerek çökertmek istersiniz.  

Darbelerin sıralaması, hemen hemen böyle gerçekleşiyor.  

Ülkeleri önce alttan sarsıyorlar. İslam aleminde, direnişin arkasındaki en büyük güç olan halkı, manevi olarak tüketmeye çalışıyorlar. Bu manevi tüketişi, maddi tüketiş izliyor. Manayı kaybedince her şeyi ekonomik çıkarla değerlendiren bir anlayış, sahibini “Kim karnımı doyarsa ona kul olurum” tükenmişliğine sürüklüyor.

Bunun yanında ayrılıklara yol açan milliyetçilik türlerini piyasaya sürüyorlar, direnişin çekirdeğini oluşturan aile ile uğraşıyorlar ve nihayetinde toplumsal bağları çözüp onlara dayanan iktidarları sorun yumağı içinde bunaltıyorlar.

Bu alt darbeleri üst darbeler takip ediyor. İktidarların bizzat içine fesat karıştırılıyor, gizli ve açık darbe yolları deneniyor veya devlet ekonomisinin çökertilmesi gibi ülke varlığını bütün olarak etkileyecek kütlelerle çatıya vuruyorlar.

İslam aleminde direnme niyetinde olanların yaşadığı süreç bunun ta kendisidir.

Küresel güçler, İslam aleminin bağrına israil hançerini sokmuşlar; Suudi’yi kahya gibi kullanarak İslam topraklarını çiftliklerine dönüştürmeye yaklaştıklarına inanıyorlar. Bu inanış, onların hırslarını artırıyor, bu surlarda vardıkları nokta son burçları da alabileceklerine dair umutlarına umut katıyor, onları coşturuyor.

Ama İslam alemi, bu coşkuyu görmesine rağmen hâlâ birkaç noktada da olsa direniyor ki bu direniş onları çileden çıkarıyor.

Umut edilen, bu çileden çıkma hâlinin onların bütün burçlara çıkmasına zaman bulmadan çıktıkları yükseklikten yere çakılarak paramparça olmasına vesile olmasıdır.

Bunu düşünmek asla kuru bir hayal değildir.