• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Ne kapitalizm 300-400 yaşındadır ne sosyalizm 100-150 yaşında? İnsanlığın bir topluluğa dönüştüğü günden bu yana her ikisi de vardır. Nitelikleri, ilkeleri kitaplarda toplanmamışsa da amelde yaşanmıştır.

Eskiden beri insanların bir kısmı, mala taparcasına zenginleşmeye önem vermiş, bir kısmı da sermaye düşmanlığı yapmıştır.   

İslam, mala tapmayı yasakladı; ama bireysel zenginleşmeyi, helal kazançla büyümeyi ve büyüdükçe sermayesinin muayyen kısmını muayyen kişilere; yoksullara, yolda kalmışlara, ilim talebelerine, borçlulara, özgürleşmek için para toplayan kölelere zekât olarak vermeyi emretti. Onunla birlikte infakı teşvik etti.

İslam`ın zekât ve infaka verdiği önem, aynı zamanda sermayeye verdiği önemi gösterir.

Sahabeler, en zorlu günlerde dahi zenginleşmek için uğraştılar. Bedir`den, Uhud`dan… seriyelerden arta kalan zamanlarının bir kısmını ibadetle; diğer kısmını ziraat ve ticaretle geçirdiler. Neticede İslam, Medine`de var olandan daha zengin bir toplum inşa etti.

Ticaret, aynı zamanda İslam davetinin bir taşıyıcısı hâline geldi: İslam fatihlerinin ulaşamadıkları yerlere Müslüman tüccarlar ulaştılar; örnek ahlakları, zekât ve infak konusundaki hassasiyetleriyle gittikleri yerlerin Müslümanlaşmasını sağladılar.

Bunun için İslam`a davet tarihi, şaşırtıcı bir şekilde İslam ticaret tarihi ile paralellilik arz eder. İslam tüccarlarından söz ederken ister istemez Müslüman davetçilerden ve Müslüman davetçilerden söz ederken ister istemez Müslüman tüccarlardan söz ediyoruz.  

İslam alimi İbnü`l-Esîr “Muhakkak ki zühd kalbi dünya sevgisinden arındırmaktır, elleri dünya malından değil” der.

 Ne yazık ki bu zühd anlayışı henüz Hicri 2. Yüzyılda Maniheizm`den izler taşıyan kimi sufi anlayışlardan zarar gördü. Memlûklar döneminde ise yayılan Hanbelî kaynaklı Selefî zühdcülükle az kalsın kendini toparlayamayacak kadar darbe aldı.

Osmanlı günlerinde her iki akımın da kimi bölgelerde ağırlıklı olmak üzere etkisi sürdü. Ama Müslüman ticareti, asıl darbeyi sonu gelmeyen savaşlardan ve bu savaşlar sırasında Müslüman tüccarlara yeterli ehemmiyetin verilmemesinden yedi. Neticede İslam yurdunda ticaret; Yahudi, Rum ve Ermenilere kaldı.

I. Dünya Savaşı`nın ardından âlimlerin uyarılarına rağmen; siyasi nizamların laikleşmesi, faiz ekonomisi ve dindar olmayanların kayrılması İslamî hassasiyete sahip olanları ticaret sahasında sınırlı bıraktı.

İslamî uyanışın başlamasından sonra kısmi bir toparlanma oldu. Ama Fransız sosyalizminden etkilenen kimi Müslüman aydınların sosyalizmde olduğu gibi sermaye düşmanlığı yapması, bu süreci bir kez daha aksattı.

Bir kez daha dindar olmakla sermaye kazanmaya çalışmak, sapma gibi görüldü. Sapma psikolojisi, sapmayı besler. Sermaye kazanmış olmakla, saptığı endişesine kapılan kimi sermayedarlar de hallerini kabullendiler ve kötü bir örneklik oluşturdular. Bunun için zihinler özellikle genç kesimde hâlâ karışık: İnsan hem zengin hem iyi bir Müslüman olabilir mi?

İlk İslam topluluğunun tamamına yakını zenginken bu sorunun sorulması dahi Müslümanların İslam kaynaklarından ne kadar uzaklaştıklarını gösterir.

Zenginleşmek, kapitalistleşmek değildir. Her zenginleşmeyi kapitalistleşme olarak gören aydınlar, bu görüşlerinde İslam`dan öte sosyalizmden beslenmişlerdir.