ABD`nin İslam karşıtı mücadelesi
İslam dünyasının dikkati genellikle siyasi ve askeri gelişmelere odaklanmıştır. Dolayısıyla ABD`nin Afganistan, Suriye, Irak ve Filistin`deki saha faaliyetleri ile ilgileniyor, siyaset bilimcilerimizden sıradan kişilere ABD`nin sahada ne yapmaya çalıştığını anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Oysa ABD, İslam`a karşı daha karmaşık bir savaş yürütüyor.
ABD`nin İslam`a yönelik bu karmaşık savaşını, en yüzeysel hâliyle bile Müslümanlara karşı mücadele ve İslam`a karşı mücadele diye ikiye ayırmak gerekiyor.
ABD, İslam dünyasında Müslümanlarla mücadele ediyor; kendi sahasında ise doğrudan İslam`la mücadele etmek için olanaklar oluşturuyor ve orada oluşturduğu olanakları İslam dünyası sahasına sürüyor.
ABD`nin son süreçte İslam`a karşı fiilî mücadelesinin, Edward Said gibi isimlerin birikiminden yararlanarak oryantalizmin (şarkiyatçılık) eleştirisi ve Bernard Lewis öncülüğünde geliştirilmesi ile başladığını söylemek belki mümkündür.
Edward Said ve benzerlerinin eleştirisi üzerinden ABD, Avrupa merkezli oryantalizmi diskalifiye ederek onun yerine ABD merkezli ve hatta Savunma Bakanlığı (Pentagon) merkezli bir oryantalizm geliştirdi.
Avrupa merkezli oryantalizmde, oryantalistler Avrupalı iken ABD merkezli oryantalizmde küreselci anlayışa uygun olarak bütün dünyadan ama özellikle İslam dünyasından oryantalistler devşirilerek istihdam edildi. Özellikle dinî ve mezhebi azınlıklardan isimler, üniversitelerde çalıştırılıp onların birikimi yeni oryantalizme taşındı.
ABD merkezli oryantalizm, Pentagon ve CIA`ya sunulan raporlar şeklinde henüz 1980`li yılların başında ilk eserlerini üretti.
Aslen Halep Ermenisi araştırmacı H. R. Dökmeciyan`ın, ilk baskısı 1985`te yapılan “Arap Dünyasında Köktencilik: Devrimci İslam” adlı eseri, bu çalışmaların ilklerinden ve kılavuzlarındandır.
Dökmeciyan, kitabında hem teknik bir tarzda hem anlaşılabilir bir dille Arap İslam dünyasındaki hareketleri tanıtıyor ve neticede bu hareketlerle mücadelede radikal-ılımlı ayrımı yapmanın doğru olmadığı tezine ulaşıyor. Ona göre söz konusu İslam olunca en ılımlı hareket, nihayetinde en radikali için ortam oluşturuyor.
Bu tez, sadece Müslümanlara değil, İslam`a karşı mücadeleyi öneren Evanjelist Neocon`ların İslam`la ilgili yaklaşımını yansıtıyor.
Dökmeciyan`dan sonra Hintli Susmit Kumar, 1995`ten itibaren yazdığı makalelerde İslam`ın var oldukça sorun üreteceğini, dolayısıyla İslam dünyasında ayrım yapılmadan “İslam`ın her türü” ile mücadele etmek gerektiğini ve İslam dünyasında ateizmi yaymanın çözüm olabileceğini öne sürdü. Kumar`ın çalışmaları Medeniyetler Çatışması tezi ile birlikte Körfez Savaşı aktörlerini genişçe etkiledi; Cumhuriyetçilerin İslam dünyasına karşı mücadelesinin şekillenmesinde etkili oldu.
Demokrat Parti Dönemi`nde ise daha kapsamlı ve daha sinsi İslam karşıtı çalışmalar teşvik edildi. Çalışmalar aynı zamanda ihtisas alanlarına göre ayrıştı. İslam inancını sarsmayı hedefleyen köktenci ilahiyat çalışmaları ile İslam dünyasındaki siyasi durumu değiştirmeye yönelik Müslüman karşıtı saha çalışmaları, uzmanlaşma açısından birbirinden ayrıldı.
Bu dönemde İslam inancını sarsmaya yönelik çalışmalar kapsamında “ılımlı İslam” projesi desteklendi. Müslümanların dikkatleri oraya çekildi. Oysa post-modern renkliliğin hakim olduğu bu mücadelede çok yönlü, özgün saha çalışmaları yapılırken asıl üretim, İslam inancının esaslarına karşı yapıldı.
Bu dönemin önemli isimlerinden biri Arap Alevi Yaser Tabaa`dır. İslam`a karşı çalışmalarda tarihçi grup içinde yer alan Tabaa, Bernard Lewis`in ekibinden bayan Carol Hillenbrand ve israil`den Yaacov Lev ile birlikte İslam`ın tarihteki kurtuluş çabalarını gölgeleyecek malzeme topluyor. Nûreddin Mahmud Zengî ve Selâhaddîn-i Eyyûbî`nin önderliğindeki Haçlı karşıtı cihada gölge düşürecek bir söylem geliştiriyor. Ne yazık ki bu neo emperyalizm finansmanlı ekibin eserleri bizde de “nitelikli araştırmalar” gibi karşılanıyor.
Siyasi alanda ise İran`dan Seyyid Hüseyin Nasr`ın oğlu Seyyid Vali Rıza Nasr, Obama`nın danışmanları arasında yer alacak kadar yükseldi. Demokratların, azınlıkların hakim unsurlara karşı desteklenmesi projesine katkıda bulundu, Lewis`in mezhep bağlamında azınlık konumundaki Müslümanların, çoğunluğa karşı güçlendirilmesi tezini ABD çıkarları doğrultusunda siyasi zemine taşıdı. Bu tez, Suriye, Irak ve Yemen`de mezhep çatışmasına bürünen sorunların ortaya çıkmasına azımsanmayacak bir katkı yaptı.
Devrim karşıtı da olsa dindar köklerden gelen ve babası “ılımlı İslam” projesinin önemli mimarları arasında yer alan Nasr`ın bu teziyle aynı dönemde yine İran kökenli ama Marksist Hamid Dabbaşî`nin üretimleri öne çıktı.
Dabbaşî, “İslam`ın Kurtuluş Teolojisi: İmparatorluğa Direniş” adlı kitabında, ABD, İslam dünyasında reformist-ılımlı ve radikal hareketlere büyük umut bağladı ama bu hareketler her şeye rağmen sınırlı kaldı; Müslümanlar bu hareketleri aşıp 20. Yüzyılda gelişen mutedil ihyacı çizgiye dönerlerse İslam, ABD imparatorluğuna karşı direnme gücüne ulaşacak, tezini öne sürüyor. Aşırı ılımlı ve radikal yapıların İslam dünyasında yol açtığı ayrışma ve yıkıma rağmen ABD için İslam tehdidinin sürdüğü algısına su taşıyor.
İslam inancının esaslarını sarsmaya yönelik çalışmalarda ise adı öne çıkan ilk isim Mısır ve Hollanda`da “tarihselci” tezler ortaya attıktan sonra 2010`da Kahire`de ölen Nasır Hamid Ebû Zeyd`dir.
Türkiye`de başta Mustafa Öztürk olmak üzere bazı ilahiyatlarda ünlü mukallitleri bulunan Ebu Zeyd, ilmî bir kılıf içinde Kur`an`a karşı savaştı ve İslam`ın ahkâmlarından bir kısmının o günkü tarihsel sürecin bir ürünü olduğunu iddia etti. Faslı Muhammed Abid el-Cabirî de “Arap aklı” çalışmaları ile onunla paralel çalıştı.
ABD`de ise Ebu Zeyd`in şu anki büyük mukallidi İranlı Abdülkerim Surüş`tür. Bir dönem Türkiye`de de epey popüler olan Surüş, devrimin önde gelen düşünürleri arasında yer alırken diğer önderlerle ihtilafa düşmüş ve ABD`ye sığınarak Ebû Zeyd`in bir tür ABD`deki sözcüsü olmuş, daha doğrusu Avrupa`da boy gösteren Ebû Zeyd`in düşüncelerini ABD`nin İslam karşıtı çalışmalarına katmıştır.
Siyasi geçmişinden dolayı da epey ilgi gören ve bu ilgiyle sarhoş olan Surüş, Ebû Zeyd`in tutarsız görüşlerini büyük ilmî buluşlar gibi yeniden gündeme getiriyor ve Batı`da büyük ilgi görüyor. Öyle ki Batılı kaynaklar Surüş için Protestanlığa vurguda bulunarak “İranlı Luther” ifadesini bile kullanabiliyorlar.
Esasen İslam dünyasında bir tür Protestanlık hareketi uzun süredir vardır. Kur`an ve Sünnete dönüş adı altında Müslümanların her tür üretimini bid`at sayan bu Protestan hareket değildir Surüş`ün rolüyle kastedilen.
Surüş, Protestan hareket gibi Müslümanların tecrübesini yok sayalım, Kur`an`a doğrudan ulaşalım, demiyor; Hz. Peygamber`in sünnetinin ve Kur`an`ın bir kısmının çağının geçtiğini iddia ediyor. Kur`an ve Sünnete sarılalım diyerek ihya olan Müslümanları etkisizleştirmek için birikimini ABD emperyalizmine satıyor. Dolayısıyla aslında Protestan bir harekete değil, mulhid/mürted bir harekete öncülük etmeye çalışıyor.
İşte bu mulhid/mürted hareket üniversiteler ve basın üzerinden İslam dünyasına taşınarak Susmit Kumar`ın önerdiği ateizme destek olacak bir yol olarak piyasaya sürülüyor.
Dikkat edilirse geçmişin Avrupalı oryantalistlerine karşı biz artık ABD`de devşirilmiş ve bizim adlarımızı taşıyan yeni bir nesil oryantalistle karşı karşıyayız.
Avrupalı oryantalist, İslam`a dışarıdan bakarken ABD`nin finanse ettiği bu yeni nesil oryantalistler İslam`a içeriden bakıyorlar. Çünkü bunlar İslam dünyasında yetişmiştir. Dolayısıyla bu yeni sömürgeciliğin kalemi durumundaki adamların oluşturduğu tehlike çok daha büyüktür.
ABD, din ve dindar odaklı bu çalışmaların yanına ABD eski başkan yardımcısı Dick Cheney`in “kadın özgürlüğü” kisvesi altında ifade ettiği “cinsellik furyasını (zevkperizmi)” ekliyor, düşünce ile ilgili tahribata nefis ile ilgili tahribatı da katıyor. Bununla cephe daha da genişliyor.
İslam, elbette bu geniş cepheli tehlikeyi de aşacak ve eninde sonunda ABD`deki Siyahî`den Çin`deki tekstil işçisine bütün dünya insanları için kurtuluş yolu olarak yoluna devam edecektir.
Bu büyük din, yeniden kendisini hakkıyla anlatacak, “Ben İslam davetçisiyim” diyerek sahalara çıkacak enerjiyle birlikte kendisine karşı kurulan bütün tuzakları bertaraf edecektir.
Bunu yapma gücü, onun özünde vardır. Hiç kimse o özü ortadan kaldırma gücünü sahip değildir. Ona karşı savaşanlar ise lanetle anılacaktır.