Eğitimde millî hedefler yabancı motivasyon
Eğitimde lise ve üniversitelere yerleşmeler sürerken başarısızlığın nedenleri ve başarının sağlanması ile ilgili alınacak önlemler gündemdeki yerini koruyor.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, üç yıllık bir eylem planı hazırladıklarını, planın ayrıntılarını Ekim ayında kamuoyu ile paylaşacaklarını duyurdu.
Planın ayrıntısında ne var, henüz bilmiyoruz. Ancak bakanın anlattıklarına bakılırsa müfredat içerikli bir eylem planı yerine, öğretmen ağırlıklı bir eylem planı üzerinde duruluyor.
Öğretmenin bir yanı branş bilgisidir, diğer yanı motivasyon/rehberlik kabiliyetidir. Ne var ki öğretmen her iki mevzuda da kendisine verileni, kendisi için oluşturulan sınırlar içinde verir.
Öğretmenin branş bilgisini ilgilendiren müfredatımızın özü, “Devletin ıslahı için Batı`nın fennine muhtacız” ana fikrine dayanıyor.
Ancak 1850`lerden başlayarak yüzyıl boyunca Batı`nın fennini değil, sosyal bilimlerini aldık daha çok. Neticede fen bakımından Batı`nın gerisinde, sosyal olarak Batı`ya müradif bir müfredatımız oldu hep.
Buna rağmen, “öğrenciyi derse teşvik eden müktesebat” anlamında motivasyonumuz/rehberlik hizmetlerimiz 28 Şubat sürecine kadar yerliydi, millîydi.
Öğretmenimiz, idarecimiz Darwin`i bile öğretirken “Allah için çalışın!” diyebiliyordu. Bu aslında bize ait söylemle Batılılaşmaya yönlendirme programına da uygundu. Dolayısıyla Batılılaşma projesi açısından bir tutarsızlık oluştursa da aslında projenin üreticileri açısından “zekice” düşünülmüş bilinçli bir ayarlamaydı, neticede pek çok insanımız milliyetçilik adına “vatan, millet, dil bilinci” diye diye aslında seküler Batıcılığa hatta sosyalizme yönlendirilmiyor muydu? Burada yapılan ondan farksızdı.
Bu motivasyonun/rehberliğin diğer bir yönü ise öğretmeni “otoriter” tutmasıydı. Otoriterlik, Batılılaşmayı sağlayacak personel olarak öğretmene verilmiş bir tür haktı. Öğretmen, otoritesini kullanarak öğrenci ve velisinin istemediği bir müfredata bir şekilde yönlendiriyordu.
Bizde ilk ciddi müfredat düzelmesi, 1980`den sonra Turgut Özal`ın başbakanlığı ile görüldü, aynı dönemde öğretmen profilinde de Soldan Sağa doğru bir düzelme başladı. Ama aynı dönemde eğitimde motivasyon da milli olmaktan Batı`ya doğru yönlendirildi. Sanki demek bile yanlış, yabancı bir el düzelen müfredat ve öğretmen profilinin başarısızlığı yönünde çalışıyordu.
“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözü Hz. Ali`ye atfedilmiştir. Sözün kaynağı ile ilgili bilgi sahih veya değil, söz bizde kabul görmüştür. Bizde öğretmen “ata” unvanlı “bey” sınıfındandır; öğrenci üzerinde tasarruf sahibi bir efendidir. Öğretmenin otoritesi vardır, öğretmen o otoriteyi öğrencinin lehine kullanmakla mükelleftir. Nitekim, bizde geçmişte şehzadeleri yetiştiren öğretmenler, “atabey” veya “lala” olarak sadece öğreten kişi değil, aynı zamanda yönlendiren konumunda idiler. Atabey, şehzadenin hem öğretmeni hem mülkünün idarecisi olacak kadar önemli bir konumdaydı.
Batı`da ise öğretmen “hizmetli” sınıfındandı; soylu köşklerinde hizmetkârlar arasında oturup kalkar, onların giysilerinden giyerdi. Batı, liberal eğitime bu kültürün etkisi altında girdi; bugüne kadar da o etkiyi sürdürüyor.
Batı, kitleleri eğitime kazandırmakta olağanüstü başarılı ama dehalar yetiştirme konusunda fazlasıyla başarısızdır. Batı`daki Yahudi birikimini yok saydığınız an, Batı`nın bugüne kadar kayda değer sayıda deha yetiştirmediğini görürsünüz. Bunun istisnası Rusya`dır ki Rusya, Batı`dan farklı olarak liberal eğitimi değil, hep otoriter eğitimi tercih etmiştir.
Bizde otoriter eğitimin problemli yönleri yok muydu, elbette vardı. Kimi öğretmenlerin öğrenci ile ilgili tutumlarında sadizme varan bir dayakçılığı benimsedikleri ve Milli Eğitim`in geçmişte onlarla ilgili yeteri kadar önlem almadığı malumdur. Ancak o tür uç örneklere bakarak Batı tarzı motivasyona geçmek de uca gitmektir. Bir uçtan diğer uca savrulmak ise makul değildir.
Bizim babacan öğretmenimiz öğrenciye varlığını hissettirerek “Aslanım, çalışacaksın, şunu bunu bilmem!” dediği an, öğrenci ona duyduğu saygıdan ve onu otorite olarak tanımaktan motive olup çalışıyordu. Onun yerini “Çalışıp çalışmamak senin tercihin, hani çalışırsan daha iyi olur!” diyen yalvaran öğretmen aldık ki bu yalvaran öğretmenin terminolojisi de yaklaşımı da bizim öğrencimiz için çok şey ifade etmiyor. “Ben, seni anlıyorum ama senin de kendini gerçekleştirmen lazım!” gibi ifadeler, bizde yeterli karşılığı bulmuyor.
Özellikle 2000`li yılların başında ABD`deki Protestan kilise vaazlarına dayalı motivasyon, sekülerleştirilerek liberal bir mantıkla Türkçe`ye aktırıldı ve ne yazık ki okullarda artan rehberlik hizmetleri de aynı motivasyon anlayışıyla şekillendi.
Burada şunu düşünmemiz gerekmiyor mu? Neden, okullarda rehberlik hizmetleri arttıkça başarısızlık artıyor? Bu, aslında bizde aile koçluğu, aile sosyologluğu arttıkça boşanmaların artışıyla paralellik arz etmiyor mu?
ABD, Protestan kilise motivasyonunu en azından sekülerleştirmiyor. Öğretmen, öğrenciye “Tanrı`nın senden razı olması, Meryem Ana`nın sana gülümsemesi için” diyebiliyor. Bunun için motivasyon kısmen anlam kazanıyor. Bizde son dönem motivasyonunda o da yok.
Galiba, bizde 2000`den sonra gelişen motivasyon/rehberlik 1950 öncesinin motivasyonundan çok daha sekülerdir. O günlerde öğretmen her tür riski göze alarak öğrenciye “Allah için çalış!” diyebiliyordu. 2000`li yıllardan bu yana gelişen motivasyonda ise “Allah, Peygamber” kavramları yok. Rehberlik hizmetleri “kendini gerçekleştir, yeteneğini ispatla” gibi boş ifadelerle başlıyor, o boş ifadelerle bitiyor.
Rehberlik uzmanlarımız, üniversitede aldıkları eğitimin etkisiyle, eskinin öğretmeninin “milletin için, memleketin için…” söylemini bile çağdışı buluyor. Bunu eski öğretmenlerin boş tavsiyeleri diye değerlendiriyor. Hatta öğrenciye “ailen için” demeyi bile “aileyi baskı unsuru olarak kullanmak” çerçevesinde değerlendiriyor.
Öte yandan motivasyon/rehberlik hizmetlerini daha esaslı düşünmek ve işe eğitimin temel amaçlarından başlamak gerekiyor. Öğrenci için temel amaç olarak belirlenen “çağdaş uygarlık düzeyi” ne ifade ediyor? Bu, artık çağdışı bir amaçtır.
Ankara`nın en seküler aileleri bile bunu etkili bir motivasyon dahilinde görmüyor. Onun yerine “dincilerle mücadele için, ülkeni gericilerden kurtarmak için” gibi İslam karşıtı bir söylemi bile bu çağdışı kalmış söyleme tercih ediyor.
Biz öğrencimize neden “Allah için, ümmet için, millet için, ülken için, ailen için…” demeyelim? Motivasyon, doğrudan amaçlarla ilgilidir. Öğrencinin önüne neden daha sürükleyici/çekici amaçlar koymayalım?
Eğitimde yabancı bir motivasyonla millî hedeflere ulaşılmaz. Eğitimde başarı için müfredatımızın yanında motivasyon programımızın da baştan sona değişmesi ve bize ait olması gerekiyor. Aksi hâlde başarısızlıktan şikâyet etmeye devam edeceğiz.