Genel seçimden sonra yerel seçimler
Genel seçimlerin henüz havası sönmemişken yerel seçimler konuşulmaya başlandı. Yerel seçimler, zamanında yapılması hâlinde 31 Mart 2019`da yapılacak. Daha 7 ay 10 gün gibi bir süre var yerel seçimlere.
Ancak, 2002`den sonra sürdürülen seçimlerin zamanında yapılması ilkesi, 24 Haziran baskın erken seçimleri ile geçmişte kaldı. Mart ayının seçim propagandası için, mevsim koşulları açısından uygun bir ay olmadığı da dillendiriliyor. Dolayısıyla Türkiye, her an bir yerel seçim ilanı ile karşılaşabilir.
Genel seçimler ülke yönetimi, yerel seçimler ise yerel yönetimler için yapılıyor. Ama yerel seçimlerin ülkede oluşturduğu hava, her zaman genel seçimlerin oluşturduğu havadan daha yoğun ve daha gergindir.
Bunun birkaç nedeni vardır:
Öncelikle;
Yerel seçimler, büyükşehir belediye başkanlığı, belediye başkanlıkları, il meclis üyelikleri, belediye meclisi üyelikleri, muhtar ve mahalle heyeti seçimlerini kapsamasıyla geniş bir aday kitlesini kapsıyor.
Genel seçimlerde her partiden 600 aday söz konusu iken yerel seçimlerde her partiden binlerce aday söz konusudur.
Bu aday çokluğu yerel seçimlere ilgiyi artırıyor, yerel seçim havasını her eve taşıyacak kadar yoğunlaştırıyor.
İkincisi,
Genel seçimler gerçekleştikten sonra ilgili kişiler tabii olarak seçmenden uzaklaşırken yerel seçimlerle seçilenler, seçmene daha da yakınlaşıyor. Seçmen, seçtiği belediye başkanıyla, muhtarla her an yüz yüzedir.
Bunun farkındalığı seçmenin yerel seçimlere ilgisini artırıyor. İlgi çokluğu yerel seçim havasının erken oluşmasını sağlıyor.
Üçüncüsü,
Yerel seçimler, seçmenin mahallesinin yolunu, parkını, kapısının önünün temizliğini ilgilendiriyor. Bu da seçmenin seçecek kişi konusunda genelin lehine veya aleyhine titiz davranmasına yol açabiliyor. Örneğin imarla ilgili bir problemi yüzünden seçmen, aslında şahsiyetini beğenmediği bir kişiyi, belki de rüşvet yiyebilecek bir kişiyi, dürüst bir kişiye tercih edebiliyor.
Seçmenin bu titizliği yerel seçim sonuçlarını belirsizleştiriyor. Bu belirsizlik, seçim propagandalarının erken başlamasına yol açıyor.
Bugüne kadar gerçekleşen her yerel seçim için geçerli olan bu durum, önümüzdeki yerel seçimler için de geçerlidir elbette.
Ama önümüzdeki yerel seçimleri farklılaştıran bir durumla da karşı karşıyayız:
Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte Meclis`in yürütmedeki payı azaldı; Meclis`in geçmişe göre yasama yetkisinde bile Kanun Hükmündeki Kararnameler`den dolayı bir zayıflama söz konusudur. Ülke yönetiminde söz sahibi olmak isteyen yüzde 50`yi aşmak zorunda. Küçük partiler bir yana büyük partilerin bile tek başına bu orana ulaşmasının zorluğu 24 Haziran`da görüldü.
Bu zorluk, partilerin çoğu için ülke yönetiminde söz sahibi olma konusunda bir umutsuzluk meydana getirdi ve bu umutsuzluk ittifakları düşünmeyi zorunlu hâle getirdi.
Ülke yönetiminde söz sahibi olmaktaki umutsuzluk, bundan sonra başta büyük şehir belediyeleri olmak üzere yerel yönetimlere ilgiyi kat kat artıracaktır. Partiler, ülke yönetiminde bulamadıkları yönetim payını veya tek başına yönetimi yerelde arayacaklardır. Bunun için tek başına belediye başkanlığını alabilecekleri yerler üzerinde yoğunlaşacak, alma ihtimallerinin zayıf olduğu yerlerde ittifak yoluna gideceklerdir.
Partiler, amaçlarına ulaşırlarsa büyürler ve ayakta kalırlar. Amaca dilenen düzeyde ulaşmanın yolu yönetimde söz sahibi olmaktan geçer.
Partiler, ülke yönetiminde söz sahibi olma konusunda kapıldıkları umudu, yerel yönetimlere yönlendirerek amaçlarına ulaşma konusunda tatmini arayacaklardır. Dolayısıyla yeni dönemin Türkiye`sinde yerel yönetim seçimleri geçmişte olduğundan daha da yoğun ve gergin geçecektir.
Siyasetin bütün tarafları bunu hissetmiş ve yerel seçim hazırlıklarına bir şekilde başlamışlardır. İktidar, en azından elindeki yerel yönetimleri korumak için uğraşacaktır, muhalefet ise elindekini korurken yenilerine ulaşma kaygısında olacaktır.
AK Parti, İstanbul, Ankara gibi en önemli kentlerde partinin yaşını dahi geride bırakarak çeyrek asrı bulan yerel yönetimler konusunda bir problem yaşıyor. Her iki kentin belediye başkanlarının da aralarında bulunduğu bazı kentlerde başkanların normal sürelerini doldurmalarına izin verilmemesi bu problemin dışarıya yansımasıdır.
AK Parti belediye başkanlarının yaşadıkları ana problem, çok farklı şekillerde ifade edilebilse de en kapsamlı değerlendirmeye göre bürokratlaşmadır, ya da “bürokratçılaşma”dır.
AK Parti, belediyelerdeki kadrolarını korumayı oylarını korumanın en kolay yolu olarak gördü. Bu maddi gerekçeye bir de belediyelerde tecrübenin oluşması gibi manevi bir yön katınca ortaya yorgun bir AK Parti belediyeciliği çıktı. Belediye bürokrasisi, sadece yorgun değil, aynı zamanda halkla muhatap olmayı artık gereksiz görecek kadar içine çekilmiş durumda.
Seçmen, ancak son dönemde ataması yapılan müspet görüşlü ve dinamik vali ve kaymakamlara ulaşabiliyor ama belediye başkanlarına ulaşamıyor.
Yerel yönetimler, bunun yanında il ve ilçelerin sorunları hakkında Ankara`yı yanlış yönlendirmekten de sorumlu tutuluyorlar. Zira, yerel yönetimler, merkezin atadığı kadroları ve ilan ettiği ihaleleri kendilerine yakın kişiler arasında paylaşabiliyorlar. Küçük yerler bir yana büyük şehirlerde bile halk kendisiyle doğrudan ilgili bu konuları duyuyor, öfkeye kapılıyor ve önceki tercihlerinden uzaklaşıyor.
Bu arada kayyum belediyelerinin hizmetler açısından başarılı olması da sadece HDP ile ilgili değildir. İç işleri bakanlığının kaymakam ve vali bürokrasisinin nitelik olarak yerel siyasetçilerin önünde olmasıyla da ilişkilidir.
Kayyuma verilen yerlerin partinin ilçe başkanına verildiği varsayıldığında nasıl bir tablonun ortaya çıkacağı tahmin edilebilir. Son dönemde görev yapma imkânı bulabilmiş genç ve dinamik bürokrasi, yıllanmış yerel siyasetten daha verimli oluyor. AK Parti, bu yıpranmışlıktan kaynaklanan problemlerini aşmak için itibarlı bürokratları yerele aktarmaya çalışacak ve muhtemelen kritik yerlerde ittifak siyaseti yürütecektir.
CHP, elindeki belediyelerde ideolojik bir kimlik inşa etme konusunda başarılı bir siyaset yürütüyor. Böylece hizmet götürmemekten doğan boşluğu kimlik bilinci üzerinden kapatıyor, hakim olduğu belediyeler İzmir, Bakırköy, Kadıköy örneklerinde olduğu gibi onu aynı zamanda başkent siyaseti için de besliyor.
CHP, elindeki yerleri koruyarak İstanbul ve Ankara`yı da almaya çalışacak. Partinin gündemini Refah Partisi örneğinde olduğu gibi yerel iktidardan büyük iktidara teşkil ediyor. CHP, İstanbul ve Ankara belediyelerini ele geçirmeyi en yakın büyük hedefi olarak görüyor.
AK Parti belediyeleri, 25 yıldır kimliğe yatırım yapmak yerine popüler kültüre yatırım yaptılar. Kimliğe yönelik yatırımlardan uzak durdular. Şarkıcıları başarılı kültür adamlarına tercih ettiler. Popüler kültür tükendikçe ya da artık genel tahammül edemeyeceği bir şekle bürününce AK Parti de bu şehirlerde zorlanıyor, yerinde sayıyor. CHP, bundan yararlanacak, bununla birlikte HDP ve İyi Parti ile ittifak kurma yoluna gidecektir.
Kayyumların yönetimindeki Diyarbakır, Van, Batman gibi şehirlerde son dönemde yapılan hizmetler de muhtemelen kimlik siyasetine yenilecektir. HDP yıllardır yatırım yapmak yerine CHP`de olduğu gibi kendi ideolojik kimliğine yatırım yapıyor. Neticede Batman`daki bir seçmen asla tasvip etmeyeceği bir Yezidiyi kendisine vekil seçebiliyor. Kayyum döneminde de devletin bütün imkanlarına rağmen kimliğe yatırım yapılmadı, kayyumlar da diğer AK Parti belediyeleri gibi popüler kültüre yatırım yapmayı daha risksiz buluyor. Bunun için gençliği etkileyebilecek güçlü yazarları ağırlamak yerine İstiklal Caddesi`nin kenarında kalmış ama bazen “Allah” diyebilen şarlatanları çağırıp onlarla gençleri eğlendirebiliyor.
Yeni süreçte bu “popüler kültür siyaseti” son bulur mu? Bunu zaman gösterecek. Ama bu siyasetin artık yürümediğini herkes görecektir.