• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Her seçim bir dönüm noktasıdır ama aynı zamanda bir muhasebe imkânıdır. 24 Haziran seçimleri, Türkiye açısından bir dönüm noktasıdır, aynı zamanda bir muhasebe imkanı olmalıdır.

Türkiye, yüzyıllar sonra başbakansız günlere alışacaktır. Unvanları, ister vezir-i azam, ister sadrazam, ister başvezir veya başvekil olsun, başbakanlar, sistemle halk arasında ara bir makamda bulunuyorlardı. Devlete ulaşabilirliği sağlıyorlardı. Halk, devleti onlardan biliyordu; devlette her şey onların elinden çıkıyor gibi sorumluluğu onlara yüklüyordu.  

Bu makamın ortadan kalkmasıyla bir boşluk oluşacak. Bu boşluğun güçlü başkan yardımcılıkları ile doldurulması gerekiyor.

Başkan yardımcılıklarının “bir devlet sekreteri” veya “başkan sekreteri” olmaktan öte toplumun belli kesimlerini temsil eden, başkanlığa o kesimin sorunlarını taşıyan, başkanlık nezdinde o kesimleri temsil eden, aynı zamanda o kesimlere seslenebilen lider yapılı kişilere verilmesi gerekiyor.

Başkan yardımcıları ve yeni bakanların liderliğinde bürokrasinin artık “liyakat” esaslı düzenlenmesi herkesin umududur.

Ak Parti, 2002`de çok kötü bir bürokrasi devraldı ve o bürokrasiyi dönüştüremedi. Pek çok kurumda işinin ehli kişiler atıl durumda bırakılırken illerin siyaset yapısıyla ilişkili olarak zayıf ve hatta kimi zaman problemli kişiler makamlara yerleştirildi.

En iyi düzenlemeler bile yeteneksiz kişilerin elinde kötü düzenlemelere dönüşebiliyor. Bürokrasinin kapısı memuriyettir. Memuriyet alımında “mülakat” denen adam kayırma işlemi bir an önce son bulmalıdır. Memleketin nice yeteneği, o mülakatlar yüzünden sokakta beklerken “dayısı” olanlar, devlet dairlerinde maaş alıp yan gelip yatıyor.

Buna bir de 15 Temmuz`dan sonra “Güvenlik Soruşturmaları” diye ucu açık, tehlikeli bir işlem de eklendi. Tertemiz gençler, yakınları üzerinden fişlenip “devlet düşmanı” ilan ediliyor. Niteliksiz, silik kişiler ise geleceğin bürokratı olarak memur diye alınıyor.

Hiçbir düzenleme bu dayılı yeteneksizlere büyük işler yaptıramaz, hiçbir planlama onların elinde hedefine ulaşamaz.

Bu eleme işlemi geleceğin Türkiye`sinde felakete yol açacak kadar mühimdir.

Dünyada güvenlik anlayışı çoktan değişti. Artık ahlaki problemler de güvenlik tehdidi olarak görülüyor. Ama bu 12 Eylül soruşturmalarını andıran güvenlik soruşturmalarında durum çok farklı. Her gün üniversitesinden çıkıp İstiklal Caddesi`nde sabaha kadar eğlenen ama derslerini geçip memuriyet sınavını kazanan bir genç bu güvenlik soruşturmalarına göre “güvenilir” bulunuyor. Buna karşılık gününü derslerinde, gecelerini kütüphanelerde geçiren bir genç potansiyel bir “güvensiz” adayı oluyor.

Diğerinin içtiği bira sayısı kayda geçmezken bunun adeta okuduğu her kitap kayıt altına alınarak onun için bir sicil oluşturuluyor.

12 Eylül döneminin lümpen gençliği bu anlayışla oluştu. Bu güvenlik soruşturmaları yeniden o lümpen gençliği oluşturmaya adaydır.

12 Eylül diyorum. Aklımda hemen iki örnek vardır. Biri, bir İmam Hatip meslek dersleri öğretmeni; diğeri bir edebiyat öğretmeni ile ilgili.  

İmam Hatip meslek öğretmenimiz, Ankara`da okurken başörtüsü eylemlerine katılmış. İlahiyatı bitirdikten sonra göreve başlamış ancak 15 gün sonra “Güvenlik soruşturmasından geçmedin” deyip işten uzaklaştırılmış.

Oldukça yoksul olan hocamız, ancak onu kendi kızıyla evlendirip harçlığını veren duyarlı bir imam sayesinde geçimini sağlayabilecek bir durumda kalmış.

Sonra güvenlik soruşturmaları hafifletilince arkadaşımız göreve başlamıştı, İmam Hatip`te müdür başyardımcısıydı, pansiyona bakıyordu, Toros Dağları köylerinden nice kız çocuğunu getirip okuttu. Lider yapısıyla aynı zamanda Milli Gençlik Vakfı`nın ilçe temsilcisiydi, orada da hayırlı hizmetler yapıyordu. Sonradan Ak Parti`den belediye başkan adayı oldu, bir seçimde mahkemenin şaibeli bir kararıyla dört oyla kaybettiyse de sonraki seçimde kazandı ve çok da başarılı bir belediye başkanı oldu.

Edebiyat hocamız da bu sefer İstanbul`da başörtüsü eylemlerine katıldığı gerekçesiyle yine 15 gün görev yapıp el çektirilmişti. Dershanede beraber çalıştık. Türkiye`nin kendi alanında en iyi öğretmelerinden biriydi. Sonradan 28 Şubat mağdurları arasına alınıp devlete geri alındı ve şimdi gerçekten başarılı bir öğretmendir.

Bu arkadaşların mağduriyetini,  günlerini Ankara`da Sakarya Caddesi`ndeki birahanelerde, İstanbul`da İstiklâl`daki meyhanelerde geçirenler yaşamadı. Oralarda günlerini gün edenlerden başarılı öğretmenler, başarılı liderler de çıkmadı.

Bu soruşturmalar, Türkiye`yi geri götürmüştür.

Ne yazık ki Meclis aritmetiği, Türkiye`yi bu şekilde geri götüren uygulamalardan alıkoyabilecek bir yapıda gerçekleşmedi.

Meclis, eski Türkiye`nin Meclis`inden bile daha Solcu-Liberal ve Milliyetçi bir yapıda şekillendi. Belki Meclis`te tatlı ideolojik tartışmalara tanık olabiliriz. Ama Türkiye`nin önünü açacak konuşmalar duymayacağız.

Bir kısmı eski militan, bir kısmı eski siyasetçilerin fikri iskeleti olmayan çocuklarından oluşan yeni vekiller, Türkiye`nin önünü açabilecek durumda görünmüyor.

Bu manzara karşısında hükümetin de duyarlı kişilerden oluşmaması durumunda Türkiye`nin bağımsızlıkçı, İslam dünyasına açılan dış siyasetine karşı içeride lümpen bir neslin yetişmesine yol açacak bir siyasetinin oluşması ya da bu yönde var olan siyasetinin devam etmesi mümkündür.

Gözler şimdi haklı olarak hükümette olacak… Bürokratlardan ve vekil olmayan diğer kişilerden oluşacak yeni kabine Batıcı görünümlü yeni Meclis`in dengelenmesi için fırsat olarak görünüyor.

Aksi hâlde dönüşüm sözleri havada kalacaktır.