• DOLAR 34.679
  • EURO 36.89
  • ALTIN 2937.34
  • ...

Çözüm, taraflara göre değişme özelliğini hep içerir. Bir tarafın çözüm dediği, diğer taraf için felaket olabilir.

Söz konusu olan Kudüs gibi çağın iktidarının simge bir şehri olduğunda çözümün bu değişkenliği daha da keskinleşmektedir.

Müslümanlar olarak Kudüs için neyin çözüm olduğuna inanıyoruz? Bu konuda henüz kesin bir programımız dahi yok. Ama içimizden geçen, çıtası en yüksek talep, Kudüs`ün bütün müştemilatıyla Müslümanlara devri, oradaki Hıristiyan ve Yahudi gayrimüslimlerin haklarının İslam hukuku etrafında sağlanmasıdır.

Geçen hafta İstanbul`da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı Kudüs Zirvesi buna dair çok şey söylemiyor. İlgili kararların ilk bölümü ABD ve İsrail`e tepki niteliğinde. Bu zirve de tepki de elbette önemli. Ama artık zirvelerin de tepkilerin de sıradanlaştığının farkında olmak gerek.

Sonuç bildirisinin,

Filistin halkına uluslar arası koruma sağlama, bölgeye uluslar arası güç yerleştirme, Filistin Devleti`ni tanıma, Kudüs-ü Şerif'in Filistin'in ebedi başkenti olarak kalacağını vurgulama gibi maddeleri de göz ardı edilemez.

Bildirinin cesur olmasa da İsrail`e karşı uluslar arası bir tepki oluşturma maddeleri ise özellikle önemli olmakla birlikte yine de bir temenniden öteye gitmemektedir.

Zira İslam dünyasında hiçbir ülke, dünya siyasetini tek başına etkileyecek kadar güçlü değildir. İslam devletleri arasında Kudüs`ü özgürlüğüne kavuşturma yönünde sonuç alıcı bir teşkilat da yoktur. Kudüs ile ilgili kaygılarla kurulan İslam İşbirliği Teşkilatı, etkisiz “Kınama” kararları ile tarihe geçen Birleşmiş Milletler kadar dahi etkili olamamaktadır. İİT`nin aldığı kararların ne kadar gevşek ve birer temenniden ibaret olduğu her toplantının sonuç bildirgesinden anlaşılabilmektedir.

Gücü olmayanın kararı yoktur. Güçsüz bir İslam dünyası Kudüs konusunda tabii olarak kararsızdır.

Buna karşılık Evanjelist-Siyonist koalisyon güçlüdür, dolayısıyla kararlıdır. Kudüs ile ilgili şeni` kararlarını kronik olarak uygulamaktadır.

Balfour Deklarasyonu`ndan tam elli yıl sonra Kudüs`ün tamamının istila edilmesi, tam yüzyıl sonra ise bu istilanın “hukuk”a uydurulma çabasının verilmesi söz konusu koalisyonun kararlılığının bir göstergesidir.

Söz konusu koalisyonun çözüm diye önümüze sürdüğü bütün adımların ortak özellikleri “parçalayıcı” olmasıdır.

Bizim dünyamızda çözümün esası bütünlüktür, ittifaktır, biz ittifak ettikçe başarılı olacağımıza inanmışız.

Bu kirli koalisyonun Müslümanlar için önerdiği çözüm ise parçalanmadır. Onlar hangi sorunumuza çözüm önermişlerse o çözümün içine parçalanma koymuşlardır.

Filistin`de Evanjelist-Siyonist çözümün ortaya çıktığı günden bu yana sürekli İsrailoğulları lehine parçalanmaktadır.

1947 öncesinde Yahudi kolonileri oluşturularak Filistin parçalandı. 1947`den bu yana ise sürekli fizikî olarak parçalanmaktadır.

Nihayetinde Oslo Süreci`nde sözde çözüm adına Filistin, fiili istila altındaki topraklar bir yana bir kez daha parçalanarak Batı Şeria v Gazze diye iki parçaya bölündü. Fiziki parçalanma tabii bir siyasi parçalanmaya da yol açtı. Ama Filistin, sadece Gazze veya Batı Şeria diye parçalı değildir. İstila altındaki topraklar Yahudi yerleşim alanları ile delik deşik durumda. Aşağıdaki harita 2011 yılı için bu hazin durumun resmetmektedir. Güncel durum daha da vahim.

Kudüs`e ABD elçiliğinin taşınmasından sonra şimdi yeni bir plan konuşuluyor. Bir süredir konuşulan “Yüzyılın Anlaşması” bu plan mıdır? Henüz malum değil. Ama basına sızdırılan plan, bir kez daha Evanjelist-Siyonist koalisyonun bize yönelik planlarındaki “parçalama” karakterini ortaya koyuyor. Kudüs, Doğu Kudüs dedikleri asıl Kudüs (Atik Şehir) bile parçalanıyor.

Trump'ın damadı Kushner ve Ortadoğu barışından sorumlu danışmanı Jason Greenbaltt tarafından hazırlandığı belirtilen plana göre,

-Kurulacak Filistin devleti, Batı Şeria'nın yarısı ile Gazze'den oluşacak. 'Sınırlı' bir şekilde kurulacak başkenti başkenti Doğu Kudüs`teki Ebu Dis semti olacak.

- Batı Şeria ve sınırlarının güvenliğini İsrail üstlenecek.

- Batı Şeria'nın Ürdün Vadisi bölgesi İsrail'in hakimiyetinde olacak.

- Doğu Kudüs'ün Arap mahalleleri Filistin'e bağlanırken, Mescid-i Aksa'nın yer aldığı Atik Şehir bölgesi İsrail'in denetiminde olacak.

- Filistin'deki camilerin yönetimini Ürdün üstlenecek.

- Gazza Şeridi, Hamas'ın silah bırakması durumunda Filistin devletine dahil edilecek.

- Filistinli mültecilere geri dönüş hakkı tanınmayacak ancak tazminat için uluslararası bir mekanizma oluşturulacak.

- Trump'ın planı ile birlikte İsrail, yeryüzündeki Yahudilerin devleti olarak tanınacak.

Bu plana bakarak ortada bir devlet görüyor musunuz? Elbette hayır! Ortada Filistin`in bir kez daha parçalanması planı var.

Ama yapılan işe anlaşma dendiği için iki tarafın bulunması gerekir. ABD`nin Müslümanlar için bulduğu taraf, Mısır diktatörü Sisi, Suudi Prensi Muhammed bin Selman ve Birleşik Arap Emirlikleri Veliahdı Muhammed bin Zayed…

Evanjelist-Siyonist cephe… Planı yapan kendisi, garantörü bulan da kendisi… Bu nasıl adalet?

Umutsuzluğa mı kapılalım? Asla… Zulüm bu boyuta vardığında çöküş getirir. Batı, Kudüs`te sadece kendi çöküşünü hazırlıyor.

Ve,

Parçalanma son noktaya vardığında artık ittifaktan başka yol yoktur. Müslümanlar ise ittifak ettiklerinde mutlaka başarılı olur, ayağa kalkarlar.

Müslümanların ittifakı konusunda kelli-felli olsalar da Şarkiyatçı müktesebat ile yetişenlere asla aldanmamak gerek.  Onlar, bizden olsalar da umutlarımızı kıracak şekilde yetişmişlerdir.

Belki şunu da eklemem gerekirdi:

. Plan Abbas`ı dahi diskalifiye etmeyi, onun yerine Muhammed Dahlan veya ona benzer birini temin etmeyi ön görüyor. Ya Dahlan sonrası?

Uşaklık son boyuta vardığında onun ötesi artık özgürlüktür.
Onların Kudüs planı, bizim planımızın tam zıddıdır. Hakimin kendileri olacağı, bizden bir grubun ise orada var sayılacağı bir Kudüs… Ne var ki hırsız evde kalıcı değildir. Velev ki ev sahibini bağlasa da…