• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

 Hz. İsa (a.s)`nın doğumundan sonraki tarih sürecinde İslam`la millet olduk. İslam, en büyük toplumsal kabulümüzdür, üzerinde ittifak ettiğimiz tek toplumsal gerçeğimizdir. İslam yok sayılarak sorunlarımıza çözüm bulunamaz.

 

Nisan ayı, Hz. Resulllah (s.a.v) `ın doğum ayıdır. Mayıs ayı Diyarbakır`ın fethi üzerinden yöre olarak İslam`la şereflenme ayımızdır.

Hz. Resulullah (sav), Nisan ayında dünyaya teşrif etti; biz, Mayıs ayında Ona iman ettik...

Bir şair, bizimle Resulullah (sav) arasındaki yakınlığı; bizimle İslam arasındaki ilişkinin başlangıcını böyle ifade etse yalancı şairlerden olmaz.

Resulullah (sav), 20 Nisan`da dünyaya teşrif etti; Diyarbakır, “Amed” şehri olarak 27 Mayıs`ta fethedildi.

Resulullah (sav) `ın doğumu, 20 Nisan 571`de gerçekleşti. Diyarbakır`ın fethi 27 Mayıs 639`da...

Aradaki süre güneş takvimi hesabıyla sadece altmış sekiz yıl... Tarih açısından bu, öylesine yakın ki, “yöremizin yaşam öyküsü, bir anda, İslam`ın yaşam öyküsüyle birleşivermiş; hemen ona katılıvermiş, onu görür görmez ona sarılıvermiş” demek asla abartı değildir.

Resulllah`ın bir Kadir Gecesi`nde Son peygamber olarak görevlendirilme tarihi,  610...

Diyarbakır`ın fethiyle o Kadir Gecesi arasındaki süre güneş takvimi hesabıyla sadece 29 yıl...

Hz. Resulullah, Medine`ye 622`de hicret etmiş... İslam`ın resmen devlet olması anlamına gelen Hicret`le Diyarbakır fethi arasındaki süre güneş takvimi hesabıyla sadece 17 yıl...

Mekke`nin fethi Miladi 630`un başında gerçekleşti...

Diyarbakır`ın fethi ile Mekke`nin fethi arasındaki süre güneş takvimi hesabıyla sadece 9 yıl...

Resulullah, Miladi 632`de bedenen dünyadan ayrıldı. Resulullah`ın bedenen dünyadan ayrılışıyla Diyarbakır`ın fethi arasındaki süre güneş takvimi hesabıyla sadece 7 yıl...

Diyarbakır fethedilirken Halife Hz. Ömer (ra)`dır; Hz. Osman, Hz. Ali gibi (Allah hepsinden razı olsun) büyük sahabeler hayattadır. Hicretten sonra doğan büyük sahabeler, daha yeni buluğ çağına ermiş. Belki Mekke`nin fethinde sırtında sahabe taşıyan atlar, Diyarbakır`ın fethinde de sırtında sahaber taşımış...

Peygamber Sevdamız, elbette Kutlu Doğum etkinlikleriyle sınırlı değildir. Peygamber Sevdamız, elbette, o meydanları dolduran kitlelerden çok daha byüktür.

Ama her toplumsal hareketliliğin simge değerinin olduğu da bir gerçektir.

Ve Kutlu Doğum etkinliklerindeki toplumsal hareketlilik, Peygamber Sevdamızın, İslam`a bağlılığımızın simgelerinden bir simgedir.

Dolayısıyla, dinle olan bağımızı; İslam`la ilişkimizi sorgulayanlara, toplumsal sorunlarımıza bu ilişkiyi yok sayarak çözüm arayanlara, milli sorunlarımızı İslam`ı reddedenlerle, Peygamber sevgisine alternatif sevgiler üretmek isteyenlerle çözmek isteyenlere ve bizim İslam`dan uzaklaşmamızdan gizli bir keyif alanlara önemli bir cevaptır.

Etkinliklerin asıl düzenleniş amacı bu değilse bile (düzenleyicilerin öz amacı sadece Peygamber sevgisini ihya etmek olup tali hikmetler üzerinde yoğunlaşmamış bile olsalar) bu netice reddedilemez, yok sayılamaz.

DİN BİR İNSANLIK GERÇEĞİDİR

Toplumun dinle olan bağını koparmak Sol`un bir fantazisidir. Türk akademisyen ve aydınlarının Türk toplumunu İslam`dan koparma girişimi; Batı`nın emir, tercüme ve taklidinden başka bir şey değildir. Kürtleri İslam`dan koparma girişimi ise bu tercümenin tercümesi, bu taklidin taklididir. Bazı emir ve yönlendirmeler neticesinden oluşan “Madem onlar yaptı, biz de yapacağız” hevesinin bir yansımasıdır.

İnsanlığın atası Hz. Adem (as) bir peygamberdir. İnsanlık gerçeği, dinden ayrı düşünülemez.

Elimizdeki tarihi kayıtlarda.

1.         Toplumların mensubu oldukları dinin yaşanış biçimini (icra şeklini) sorguladıklarını gösterir.

2.         Toplumların mensubu oldukları dinle ilişkilerini sorguladıklarını gösterir.

Ama toplumların kitlesel hâlde dinin varlığını sorguladıklarını (Bir dinimiz olsun mu olmasın mı, sorgulamasına girdiklerini) gösteren bir kayıt yoktur. Böyle bir sorgulama, tarihin hiçbir aşamasında sapmış fertleri aşıp toplumlara yayılmamış.

Bu gerçeğe aykırı “görünen” tek vaka Kuzey Avrupa`daki Marksizmdir; Yahudi kökenlilerce başlatılan ama manidar bir şekilde daha çok Hıristiyanlar arasında kök salan din düşmanlığıdır.

Son şekliyle “Solculuk” diye tanımlanan bu din düşmanlığı “Batı toplumlarının bir dinimiz olsun mu olmasın mı?” sorgulamasının bir sonucu değlidir asla. Bu, toplumda oluşan Yahudilik ve Hıristiyanlık karşıtlığının kimi siyasi denklemler içinde dinin kendisine yönelik bir düşmanlığa çevirilme çabasıdır. (Hatta bir görüşe göre, Yahudilerin Batı Avrupa`da etkin olan Hıristiyanlık kaynaklı Yahudi karşıtlığından kurtulmak için Hıristiyanlığı yıkma projesidir.)

Toplum, krallık yönetimlerinin yedeklemesine dönüşen Engizisyoncu Hıristiyanlıktan ve doyumsuz bir ticaret şebekesine dönüşen Yahudilikten bıkmıştı. Yahudi entelektüeller, bu bıkkınlğı (Avrupa`da güçlü bir İslam tebliği alternatifi de olmayınca) “işçi hakları” ve “sosyal adalet" gibi vaatlerle Hıristiyanlık merkezli bir din karşıtlığına dönüştürdü. Toplum bu dönüşüme razı olmayınca sosyalizmin iktidar olduğu ülkelerde devlet gücü dine karşı savaş için kullanıldı. Sosyalist zorbalık, buna rağmen Avrupa toylumlarının içinden dini kaldıramadı; dine karşı verdiği savaşı kaybetti.

“İslam dünyasındaki, din karşıtı Sol hareketler, Batı`ya bir özentidir” demek tek başına yetersizdir. Bunlar, Yahudi, Rum, Ermeni gibi azınlık aydınlarının Masonik yapılanmalar üzerinden araç edinilerek İslam dünyasına taşınan, bir işgal hareketinin uçlarıdır.

İslam dünyasında ulusal Sol`un bir güç olarak ortaya çıkması anormal bir durumdur. Müslümanların sosyal adalet ve haklar için Sol`a ihtiyaçları yoktur.

Türkiye`de ulusal Sol`un bir güç haline gelmesi anormal bir durumdur.

Bizim yöremizde ulusal Sol`un temsil konumuna çıkarılması anormal bir durumdur.

Ankara-İstanbul aydınlarının 1960`lı yıllarda Marksist teoriyi Türkiye`ye uydurma çabaları çok gülünçtür. İnsan, onları okurken onların Marks`ın Batı toplumları için geçerli sandığı teorileri haşa bir ayet gibi Türkiye`ye uyarlama çabasına tanıklık ederken onlara acıyor. Bu emeğe yazık, diyor.

Bir de Kürtler arasından çıkanların Ankara-İstanbul`daki Sol entelektüellerin tercümelerini, taklitlerini bizim yöremize uyarlayışı var ki... Mesele gülünçlüğü de aşıyor. İnsanın “Bir kişi nasıl olur da kendisini bu saçmalıklara kaptırıyor” diyeceği bir gevezeliğe dönüşüyor.

 

KUZEY AVRUPA, DİNE KARŞI VERDiĞi SAVAŞI KAYBETTİ.

TÜRKIYE`DE DiNE KARŞI SAVAŞANLAR KAYBEDİYOR.

Bizim ulusal Solcularımız ise bir umut, uyanacaklarına Güney Avrupa`dan Güney Amerika`ya oradan Orta Afrika Cumhuriyetlerine uzanan yeni bir dalgaya kapıldılar. Bir toplumun dinsizleştirilemeyeceğini anladılar da bu sefer, İslam öncesi kimi tarih tortullarına “Kültürümüz” diye sarılmaya başladılar. Bunu 1950 öncesi Türkiye`sinde olduğu gibi, “Halk Evleri” üzerinden gençler arasında yayma yolu edindiler. Hz. Peygamber sevgisine alternatif sevgiler üretmeye kalkıştılar. Maksat İslam düşmanlığı olsun da ne olursa olsun...

Bunların zihni hâlâ tercümenin tercümesini bitirmediği için Sol dünyada bir kurtuluş hayalî aramaya devam ediyor. Bu kadar geri düşmüş, toplumdan bu kadar uzaklaşmış, dünya gerçekliğinden bu kadar ayrılmış bu adamlar, hangi kisve altında Kürtleri temsil edecek? Böyle bir temsil ne üzerine olacak?

ULUSAL SOL KÜRTLERİ TEMSİL EDEMEZ

Türkiye, Başbakan Erdoğan`ın öncülüğünde geçmişiyle hesaplaşıyor. Ulusal Sol, “Camileri ahıra dönüştürenler” ambalajı içinde paketlenip atılıyor.

Ama bu Ulusal Sol`u Kürtçeye çevirenler aynı süreç içinde, Kürtleri temsil konumunda tanımlanıyor. Bu, ağır bir çelişkidir. Bunu yapanlar,

1. Gerçekleri bilmiyor.

2. Ya eski devlet refleksiyle, biz ne istiyorsak onun tersini yapmayı devlet gücünün ispatı olarak görüyor.

3.Ya uluslararası güçlere boyun eğiyor.

4.Ya da bilinç altından gelen bir ötekileştirmeyle, yöremizi Ulusal Sol`un karanlığı içinde görmekten gizli bir keyif alıyor.

Kutlu Doğum etkinliklerindeki toplumsal hareketlilik, bir kez daha gösterdi ki din, bir insanlık gerçeğidir; İslam, bizim gerçeğimizdir. İslam, en büyük toplumsal kabulümüzdür. Üzerinde ittifak ettiğimiz tek toplumsal gerçeğimizdir. Biz, İslam`a varız. Onunla bir milli kimliğe sahibiz. Onu yok sayanlar, ona karşı savaşanlar, bizi temsil edemez, bizim haklarımızı anlayamaz, savunamaz.

İslam`ı yok sayan, İslam`a karşı gizli din arayışları sürdüren, Hz. Peygamber sevgisine alternatif sevgiler üreten Ulusal Sol`un bizdeki varlığı, bütün İslam dünyasında olduğu gibi, sahte bir durumdur, geçici bir durumdur.

Dünyaya bakışlarıyla ve kültür düzeyleriyle eski Yemen lideri Ali Abdullah`ı andıran kişileri, Ali Abdullah`ların def edildiği bir süreçte “İşte Kürtler” diye öne çıkarmak Kürt sorununa çözüm bulmak değildir.

Acılar, bizi geç terk eder... Kabul... Ama bunca değişim iddiasına rağmen yörenin İslam gerçeğini görmemek, yörede İslam`a karşı durmak, yörenin İslam`la ilişkisini yabanî aşılarla bozma hayali kurmak, yörede İslam`a kim karşıysa onu “aydın”, “alternatif” diye kendi medyasında pazara çıkarmak akıl kârı değildir.

Bu yöre, İslam`ı yaşama kararlılığında hiçbir zaman bir dış destek bulmadı; bugün de o dış desteği arıyor değildir. Onun aradığı, kendisinin İslam`la ilişkisine yönelik açık veya gizli mücadelenin son bulmasıdır. Müdahele hırsının, alışkanlığının bitmesidir.