Biz ve seçimler
İslam, Medine`de siyasî bir nizama kavuştuğunda dünyanın idaresinde soya dayalı hiyerarşi hakimdi. Yönetim, kimi istişâri özellikler taşısa da soya dayalı verasetle aktarılıyordu.
İslam, Arabistan`ın şehir devletleri ve kabilelerinde de yürürlükte olan bu sistemi tamamen lağvetmedi. Ama hiyerarşiye kabulde takva, ilim ve yeteneği öne çıkardı. Dört halifenin seçiminde bu esas işletildi. Ardından Emevîler Devri`nde çağın zihniyetine uyularak en üst idarecinin tayininde soya dayalı veraset güç kullanılarak galip geldi.
Müslümanlar, iradeleri dışında gelişen bu durumu kerhen kabullendiler ama en üst idarecinin seçiminin bu şekilde olmaması gerektiğine de hep inandılar, ideal onlar için hep özlem kaldı. Bu özlemin hatırına olacak, en üst idarecinin seçiminde Müslümanlar, usûlen de olsa biatı hep gözettiler. En üst idarecinin meşruiyeti için bir grup Müslümanın ona biat etmesini şart koştular.
Biat, şeklen de olsa Osmanlılarda da vardı. Ayrıca Osmanoğulları`nın idarenin tepesinde bulunmaları neredeyse Abbâsîlerde olduğu kadar geniş bir mutabakatla kabul görmüştü. Yüzyıllar boyunca Abbâsî hanedanının Halifeliği tartışılmaya açılmadığı gibi Osmanlıların da hükümdarlığı tartışılmaya açılmamıştır. Belki Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa gibi valilerin Osmanlıların yerine geçme talebi vardı. Ama bu açıktan ifade edilememiş, Müslümanların tartışmasına açılmamıştır.
Batı`daki gelişmelerin Fransız İhtilali`nden sonra İslam dünyasını çok yönlü etkilemeye başlaması, Osmanlılarda seçim konusunu Sultanı kapsamamak şartıyla gündeme getirmiştir.
Bu gelişmeler doğrultusunda Osmanlılarda ilk seçimler, I. Meşrutiyet`ten sonra Sultan Abdülhamid Devri`nde 1876`nın sonunda Meclis-i Mebusan için yapılmıştır. Seçimin bize ait kavramla “intihab”, seçmenin de “müntehib” diye adlandırıldığı bu seçim, henüz bir seçim kanunu yokken yapılmıştır.
Ne var ki 1877`de Osmanlı-Rus Savaşı başladığından ve seçimlerin dışarının Osmanlı`ya müdahalesi için araçsallaştırılmasından dolayı, Meclis-i Mebusan`ın çalışmasına ara vermiştir.
Bir sonraki seçimler ancak II. Meşrutiyet`ten sonra 1908`de ilk Meclis-i Mebusan`ın çıkardığı seçim kanunu ile yapılmıştır. Aynı zamanda ilk partili seçim olan 1908 seçimine İttihat ve Terakki Partisi ile Prens Sabahattin`in liberal görüşlü Ahrar Fırkası katılmıştır.
1908 seçimlerini kazanan İttihat ve Terakki, seçim yasasını kendisine göre düzenlemiş, 1912 seçimlerine kendi seçim yasasıyla gitmiştir. İttihat ve Terakki lehindeki askerî vesayetten dolayı “Sopalı Seçimler” de denen 1912 seçimleri İttihat ve Terakki`nin kazanacağı şekilde yapılmış, Meclis-i Mebusan`a seçilen 276 mebusun, 270`i İttihat ve Terakki azası olarak seçilmiştir.
Bu devirde Müslümanların seçimlerle ilgili en büyük itirazı, Zımmî konumunda olan gayri Müslimlerin kendileri gibi Meclis-i Mebusan azası olabilmesi olmuştur.
İttihat ve Terakki, 1914 seçimlerine ise tek başına katılmış, bütün muhaliflerini bertaraf etmiştir. Meclis-i Mebusan, I. Dünya Savaşı`nın ardından 1918`de dağıtılmış. 1919`da savaşın galipleri ile yapılacak anlaşmayı onaylayacak bir Meclis`e ihtiyaç duyulduğundan yeniden seçim yapılmış. Ancak azaların çoğu İstanbul`a gidememiş; o gidemeyen üyeler 23 Nisan 1920`de Ankara`da Büyük Millet Meclisi`nin çatısı altında toplanmışlar, İstanbul`daki azalar da imkân buldukça İstanbul`a geçmiş. Böylece Ankara`da halkın o devirde “rey (tercih)” veya “savt (ses)” denen oyları ile seçilmiş bir Meclis oluşmuştur.
Cumhuriyet tarihi dikkate alınarak “İlk Meclis” denen o Meclis`e İslamî bir renk hâkim olmuş, o Meclis, Men-i Meksurat (Sarhoşluk verici içeceklerin yasaklanması) gibi yasaları çıkarmış ve anti emperyalist bir yaklaşımla İstiklal Savaşı`nı yönetmiştir.
Süreç Lozan ve Cumhuriyet`in ilanı günlerine dayandığında 28 Haziran 1923`te yeniden seçimlere gidilmiş; daha kontrol altına alınabilir bir Meclis oluşturulmuştur.
Sonraki süreçte ise 1946 yılına kadar sembolik seçimler yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti`nin ilk seçim yasası ise 14 Aralık 1942`de çıkarılmış, yasa, seçimlere katılmayı “Türk olmak, göçmen olmamak, başka bir ülkenin vatandaşı olduğu iddiası bulunmamak” gibi içeriye ve dışarıya karşı önlemlerle yüklü olarak hayata geçmiştir.
1950 seçimleri Türkiye`ye bir değişim getirmiş, bu tarihten sonra yapılan Türkiye seçimleri de bazı yönlerden eleştirilse de genellikle “serbest seçim” olarak gerçekleşmiştir.
Osmanlı`dan günümüze gelen Türkiye seçimlerinin karakteristik özellikleri,
1. Batı kaynaklı uygulamalara genellikle soğuk kalmasına rağmen halkın seçimleri sevmesi; seçimlere katılımın Batı`nın aksine hep yüksek olmasıdır.
2. Seçimlerin Türkiye`yi istisna durumlar dışında aşama aşama dindarlığa doğru değiştirmesidir.
Halkın seçime duyduğu yoğun ilginin altında İslam`ın her Müslümana yönetime katılma ve karışma hakkını tanıması yatmaktadır. İslam, Müslümanları eşitleyerek onlara bu hakkı verdiği gibi gayri Müslimlere de yönetimi Şeriata uymaya çağırma hakkı da vermiştir. Bir Yahudi dahi Müslüman bir hükümdara “Madem Müslümansın, İslam Şeriatına uymalısın!” diyebilir. Sistem, bu konuda onu cesaretlendirecek özelliklere sahiptir.
Türkiye`de halkın seçimlere katılmasıyla dindarlığa doğru bir değişimin yaşanması arasındaki paralellik ise İslam dünyasında 1970`li yıllarda yaşanan “Sol”a meyil bir kenara bırakılırsa halkın dindar olduğuna inandığı idarecileri diğerlerine tercih etmesidir.
Bütün algı yönetimlerine ve imkân eşitsizliklerine rağmen İslam dünyasında halkın serbest bırakılması durumunda dindar idarecileri diğerlerine tercih edeceği bilinen bir hakikattir.
İslam dünyasının seçimlere duyduğu bu ilgi ve seçimlerin sonucunda oluşan meclis tabloları, Batı`nın son dönemde İslam dünyasında seçimlere olumsuz yaklaşmasına yol açmıştır.
Batı, serbest seçimleri genellikle lekeleyecek açıklamalarda bulunurken Batı lehinde yapılan 2018 Mısır seçimleri gibi sözde seçimlerle ilgili ise sessiz kalmayı tercih etmekte; en az son yirmi yıldır İslam dünyasında seçimlere karış isteksizlik oluşturmaya çalışmaktadır.
Batı`nın bu yöndeki en büyük atılımları ise Suudi Arabistan enstitüleri tarafından “Kraliyet lehinde tekfir” yaklaşımıyla gerçekleştirilmiş, Suudi Arabistan Enstitüleri`nde yetişen kişiler, bizzat kendi dillerinden ya da gençleri etkileyerek seçimlere katılmanın “küfür” olduğu gibi iddialar ortaya atmışlardır.
Amerika`nın Suudi Arabistan eliyle gerçekleştirdiği bu operasyona rağmen İslam dünyasında hâlâ seçimlere büyük rağbet söz konusudur ve seçimler, Türkiye, Malezya, Endonezya, Fas, Arnavutluk, Kosova, Cezayir, İran, Tunus, Pakistan, Irak, Filistin gibi ülkelerde izlenebilir sonuçlar meydana getirmektedir.
Bu ülkelerin hiçbirinde seçim sonuçları Batı tarafından alkışlanmamaktadır. Zira her seçim, serbest olduğu ölçüde İslam âlemini Batı`dan uzaklaştırmaktadır. Türkiye`nin daha önceki serbest seçimleri bu işlevi gördüğü gibi 24 Haziran seçimi de bu işlevi görecek şekilde sonuçlanacaktır. Aksi yöndeki bir sonuç, sürpriz olur ve geçici olur. Zira İslam dünyasında rüzgar Batı`dan yana esmemektedir, devir, Batı`nın taleplerinin aksine şekillenmektedir.