``Eski Türkiye`` ya da ``Eski Fransız`` alışkanlıkları
Günlük yaşamında din ve diyanetle yakınlığı olmayan gazeteciler, kendilerini aydın olarak gören seküler çizer ve televizyoncular, gün aşırı, vaizlere, hocalara ayar vermeye kalkışıyorlar.
İlmihâl okumamış adamlar-kadınlar, İslam`ın derin hususları hakkında ahkâm kesiyor; konunun en iyi kendileri tarafından bilindiğini, hocaların bu işin cahili olduğunu ima ediyorlar.
Konunun köklerine inildiğinde şaşılacak bir hâl yok.
Bu akıl, 1789`daki Fransız İhtilalı`ndan beslendi. Fransız İhtilalcıları, din çağının geride kaldığı, artık “akıl çağı”na girildiği savıyla önce bütün dinî kurumları kapattılar. Sonra “Akıl Kiliseleri” adı altında tamamen devlet kontrolüne bırakılmış dinî kurumların açılmasına izin verdiler. Geçmişin Fransa`sında din adamları yaşama yön verirken o tarihten sonra seküler despotlar, din adamlarını yönetmeye, daha doğrusu her gün bir sürü itham ve fırçayla “modern hizada” tutmaya çalıştılar. Geçmişin din adamları hem dünya hem ahiret konusunda konuşurken artık sekülerler hem dünya hem din hakkında ahkâm kestiler.
İhtilal`dan sonra sistem adına konuşan ve “aydın” diye nitelenerek geçmişin yol göstericisi din adamının yerine konan yazar-çizerler, dünya veya dinle ilgili her sözlerinde “Çağın adamı olarak ben bilirim, geride kalmış, geçmişe ait din adamı bilmez” demiş; toplumda din karşıtlığını oluşturmak için çırpınıp durmuşlardır.
Türkiye`de bu Fransız mukallitliği aslında Cumhuriyet öncesinde başladı, 1950`lerden sonra da devam etti. Bugün hâlâ eskinin özlemi içinde olan ve gününü İstanbul meyhanelerinde tamamlarken kendisine “aydın” diyen medya mensuplarının Hac-Umre, Cuma gününün önemi, harem-selam gibi her hususta kalem oynatmaları, “Fransız mukallidi” olmanın tabii bir hâlidir. Onların Fransız alışkanlıklarına mahkûm zihinleri yeniliğe kapanmıştır. Akılları, ihtilala takılıp kalmış, bir makine misali aynı şeyleri üretip duruyor.
O aklın bugünden sonra ne düzeleceği var ne de sakıncası… O aklın sahipleri, günün dışında kalmış, çağın ötesinde yaşayan meyhane ehli olarak diledikleri gibi sayıklayabilirler.
Ama kendisini bulunduğu ülkenin gerçekliği içinde yeniden ayarlayamayıp vaizlere, hocalara laf yetiştiren bu kişilerin sözleri kayda değer bulunursa sorun oluşur.
Vaizler, zaman zaman üstelik ictihad kapısının kapalı olduğunu iddia ederek müctehid gibi hüküm vermiyor mu? Hüküm veriyor.
Kimi hocalar, bir mezhebin bile değil, bir mezheb içindeki en sıkı hükmü, hakkında icma bulunan hükümler gibi ifade etmiyor mu? İfade ediyor.
Ya da aslında takva ehline has kimi uygulamaları kitlelere “İslam ancak budur! Gerisi haram, küfür!” diye dayatmıyor mu? Dayatıyor.
Ne var ki çözüm, onlara ayar vermeye çalışan medya mensuplarına prim vermek değil, uygun kurumları ve kurulları oluşturarak işleri rayına koymaktır.
Aksi hâlde, “Eski Türkiye”den mi kalma dersiniz yoksa “Eski Fransız” alışkanlığı mı? Kendilerini güncelleyemeyen o ekâbirleri siz güncelleyip bir daha ülkenin tepesine bindirirsiniz.
Sonra onlar, dişinizle tırnağınızla ulaştığınız bütün kazanımlarınızı gittikçe aç kalan Batı dinozorunun önüne atarlar; siz hayıflanıp kalırsınız.