İslam iktisadı açısından peygamberlerin zekat almayışı
Mal, insanlar arasındaki yaşam koşullarını etkileyen en büyük etkendir. Bu bağlamda toplumun temvil gücü, insan hayatının tüm alanlarını da etkileyen kuvvetli bir noktadır. Toplumun bu ortak noktasına Yüce Allah ve O’nun peygamberleri çok önem verirler. Yüce Allah Peygamberlere zekat toplamayı emrettiği halde almalarını yasak etmiştir.
Davası ve toplumda iddiası olan bir ideal sahibi dava adamı, zekat toplayabilir. Ama insanların zekatıyla, şahsı için mali bir servet biriktiremez. Çünkü zekat, toplumsal bir denge kurumudur. Zekatın hem ibadet hem de sosyal ve siyasal bir boyutu vardır. İdeal İslam toplumu, kendi içinde temvil gücü sayesinde zekat ve fitrelerle sağlanır. Zekat ve fitreler, toplumsal denge metaı olduğu için onları almayı Yüce Allah peygamberlere yasak etmiştir. Ama zekat ve fitre toplamayı onlara emretmiştir.
Zekat ve fitreleri toplamak ayrı, onları alıp servet sahibi olmak ayrı şeylerdir. İşte peygamberler için toplayın diyen Yüce Allah, yemelerini ise yasak etmiştir. Eğer zekat ve fitre istemek kötü olsaydı Allah ve peygamberi istemezdi.
İçinde bulundukları topluma dini rehberlik ettikleri için toplumun zekatını almaları caiz olsaydı onu peygamberler alacaktı. Burası çok önemli bir husus olduğu kanaatindeyim. Yani, zekat ve fitrelerin toplanması kurumsal, dağıtımı ise en muhtaç olan noktalara yapılır. İdeal İslam toplumu içinde davası ve iddiası olan lider kadrolar, zekatı alıp onunla servet biriktiremezler. Bunun bir hoca veya meşayih olması fark etmez. Resulüllah’ın (sav) topluma bakan yönüyle sünnetlerinin en büyüğü, zekatı almama sünnetidir. Peygamberlerin zekat toplamaları farz, ama yemeleri yasak, verilen hediyeleri kabul edip almaları caiz görülmüştür.
Burada ince bir nokta vardır. O da, zekatın toplumdaki yerinin bilinmesi meselesidir. Zekat bir yönüyle Yüce Allah’ın emri olduğu için ibadettir. Diğer yandan toplumda sosyal adalet dengesini sağlayan çift yönlü bir emr-i ilahidir. Toplumdaki mali gücün dengesi korunmalı.
İdeal bir İslam toplumunun dengesi siyasi ve iktisadi varlığın dengesine bağlıdır. Toplumu toplum yapan bu iki güç dengesi istenmeyen insanların elinde iken, o toplumun insani ve İslami haklarına kavuşması asla mümkün değildir. Kur’an iki emri mal ile beraber çokça zikreder. Savaş ile infakı, namaz ile zekatı yan yana zikretmiştir. Bunu savaştaki zaferin çekirdeği olup öncesinde verilen infaklar üzerinden test edilmiştir. Savaşan askerin cesaret ve fedakarlığıyla infak eden Müslüman’ın infak ve cömertliğine aynı ağırlıkta değer verilmiştir.
Kur’an’da bunun başka bir emsalini hatırlayamıyorum. Bir hikmet-i ilahi olsa gerek, namazla zekat zikredilirken namaz; savaş ile infakta ise infak önde zikredilmektedir. Bu da zekatın mali nisaba, infakın ise nisaptan çok mali imkana bağlı olduğunu göstermektedir. Allah’u A’lam!
Namaz yalnız caiz olsa da toplumun namazıyla birleştirildiğinde yirmi yedi kat değeri artıyorsa, zekat da aynen böyledir. Fert olarak muhtaç olan yere verilse caiz, ama toplum disiplini içinde kurumsal olarak verilse daha fazla sevap alınmış olacak.
Evet, zekat hem ibadet hem de sosyal ve siyasal boyutu olan çift yönlü bir toplumsal denge unsurudur. Peygamberler ve dava adamları onu alıp servet olarak biriktiremezler. Dava insanı için en büyük sünnetlerden biri de Peygamber(sav)’in bu sünneti olduğu kanaatindeyim.