• DOLAR 34.606
  • EURO 36.267
  • ALTIN 2923.287
  • ...

Ayet ve hadislerle Müslümanların 14 asırlık ilmi ve fikri bir birikimi vardır. Bundan hareketle erdemli bir toplumun yeniden ihyasında Müslüman tüccarların konumu masaya yatırılmalı. Bunu felsefik olarak insan, insanlık ve insaniyet diye üçe ayırabiliriz. İnsani değerler erdemini yakalayan Müslüman tüccarlar tekrar İslam medeniyet kökleri üzerinden toplumu ihya edebilirler. Bu manada bir ruhi dirilişe önce ferdi olarak her bir tüccar kendi iş yerinde bunu uygulamalı. Bu ruhun çekirdeği, bireydir. Ferdi, toplumsal ve ümmet bazında evrensel örnek bir toplumu inşa etmek gerekir. Bu iş sermayeden çok, yüksek nitelikli ahlaki bir seviye ile olur. Her Müslümanın iç aleminde bu itici güç zaten mevcuttur. Müslüman tüccarın görevi bunu harekete geçirmektir. İman ve İslam, mescitlerde anlatılır, kalplerde kabul görür ve ticaret meydanında test edilir.

            Müslüman tüccarın en büyük ideali, helalinden kazanıp evine helal lokma götürmesi olmalı. İktisadi ahlak; dürüstlüğü, dayanışma, yardımlaşma ve gönül elde etmeyi tüm kazançların üstünde tutar. Bu kazanç çeşidi iktisadi kazancın mayası ve kimyasıdır. Bu iktisadi ahlak dokunuşu, memleketleri imar, birlikte bulundukları insanları mutlu ve dokundukları eşyayı anlamlı kılar.

            Bir toplumun maddi ve manevi “tekasürü” paralel olmalı. Yoksa tekasürü Kur’an yermiştir. (Tekasür/1) Kanaatime göre bugün Müslümanlar bu iki noktada denge kuramama sorunu yaşıyorlar. Bu konuda ilk Medine İslam devletinin “Medine serbest ortak pazarı”nda bunu görebiliriz. İktisadi gücünü kaybeden bir toplumun ilahi nizamı başkasına tebliğ etmesi mümkün değildir.

Tüm Peygamberlerin müşterek vasıflarından biri de “Sizden ücret istemiyorum…” Şuara/109, 127, 145, 164, 180; Ahzab/50, Sebe/47, Yasin/21 Sad/86, Şura/23,Tur/40, Mümtehine/10,Talak/6, Kalem/46. Bu ayetlerde Peygamberler kendi maddi imkanlarıyla ayakları üzerinde durduklarını göstermektedir. Peygamberlere, zekat almalarının yasaklanması ve “humus” ile desteklenmelerini bir de bu manada anlamalıyız.

İslam iktisadının böyle bir ahlaki alt yapısını zihin dünyamızda gerçekleştirmeden erdemli bir toplum kurmak hayal olur. Hukukçuların yüksek ceza vermeleri, güvenlik kuvvetlerinin alacakları sıkı tedbirler ile erdemli bir toplumu inşa etmek eşyanın tabiatına aykırıdır.

Toplumsal güven bir memleketin motorudur. Dürüstlük, güven ve iktisadi güç biri diğerinden bağımsız düşünülemez. Bu her iki nokta güven için şarttır. Kur’an’ın, namaz ile zekatı yan yana zikretmesinin (Bakara/43.) manalarından birinin de namaz kılanların zekat verecek kadar mali güce sahip olmanın zımnen talep edildiği hakikatidir. Çünkü her Müslüman karşıdakine gel benim gibi ol diyordur. Böylelikle, İslam iktisadının topluma vereceği güvenin Müslümanların kıldığı namazla denk tutulması çok önemli.

Bu emrin, Kur’an’da yan yana 34 yerde aynı usul ve üslup içinde zikredilmesi, dünya ahiret dengesi açısından da önem arz eder. Bu iki emrin emir kipi ve cem’i (çoğul) sığasıyla gelmesi, hem namazın hem de zekatın topluma bakan boyutunu gösterir. Bunun da ferdi, toplumsal ve evrensel boyutta en iyi taşıyıcı unsuru iktisadi ahlaktır. Bunun merkezinde Müslüman tüccarın iktisadi ahlakı olmalı.