• DOLAR 34.332
  • EURO 36.318
  • ALTIN 2834.053
  • ...

İslam dini, ahiretimizi kazanmamız için bize bazı sorumluluklar yüklediği gibi, dünya imarı açısından bazı sorumluluklar yüklemiştir. Bunların başında siyasal sorumluluk gelir. Siyasal sorumluluk bilinç ister. Siyasal zihniyet, insanı harekete geçiren bir siyasal tasavvuru oluşturur. Bu siyasal tasavvur insana, sosyal olayları sevk ve idare etme melekesini kazandırır.

Bugün Müslümanların temel sorununun, Kur’an ve sünnete siyasal ve sosyal gözüyle bakmama sorunu olduğu kanaatindeyim. Yüce Allah’ın, Resul-i Ekrem’in ve bir de dine düşman olanların nezdinde toplumsal yönetim önem arz eder. Alimlerin uzak durmaları sebebiyle Müslüman toplumlar bu alana gereği gibi önem vermemektedirler.

Halbuki, ümmetin yapı taşları olan ilmi çalışmalar, yardım kuruluşları, yazarlar, medya, sanatkarlar, sporcular, tiyatrolar, kreşler, medreseler vesaire tüm kesimleri çok çalışıyorlar. Fakat bu çalışmalar, ümmetin perişanlığına bir çare olmuyor. Çünkü, Müslümanların, dini tasavvurun siyasal boyutu ile ulema arasına çok mesafe konulduğundan ümmetin bu yönü zihnen, mefluç durumda.

İslam bir dava ve dünya sistemidir.

İslam’ın siyasal yönü ictihadi bir konudur. Naslara dayalı, ama sınırları çizilmemiştir. İçtihad alanı Yüce Allah’ın daha çok kulun cüzi iradesine bıraktığı bir alandır. Ulema, her asırda cehd ve gayretle ictihat yaparlar. Kadim ictihadın tezekkürü, anın vacibinin tefekkürü ve istikbalın tedebbürü arasında bağı kurabilen bir müctehid ve onun ictihadı ümmeti bağlar.

Bağlayıcı ictihad, kadim medeniyet değerlerinden faydalanırken, ona takılı kalamaz. Yoksa mukallid olur. Kadim medeniyetinden kopuk anın vacibiyle yetinirse modernist veya oryantalist olur. İlk ikisini bırakıp, sadece gelecekle ilgili olasılıklar ile iştigal ederse müctehid olmaz müneccim olur. Dört yanı mamur bir müctehid, muhayyilesinde bu üç mazrufu zarfında taşıması gerekir.

Yüce Allah bu bağlamda, geçmişin tezekkürünü, anın tefekkürünü ve geleceğin tedebbürünü Kur’an’da çokça zikretmiştir.

Tevصul ve teveسülü ne sıkı tutarak kendimizi boğmaya ne de tamamen bırakarak sınırsız bir nihilist duruma düşemeyiz. Bu konuda İslam’ın kadim siyasal tasavvuru vasat bir çizgiyi takip etmiştir. Maalesef siyasal anlamda bazılarının ya çok uç noktalarda ya da tamamen mevcuda uyarak kendinden çıkıp başkası olma dağınıklığına erdiğini müşahede ediyoruz.

Bireysel ibadet ve taatlarda yapılan hatalar kişinin daha çok ahiretini etkiler. Ama toplumun siyasal zihin dünyasına zarar veren hatalar, dünya düzenini de ahiret terazisini de olumsuz etkiler.

İslam disipline edilmiş bir teşkilat dinidir. Teşkilatlarda liderler olur. Bu manada toplumsal teveصül ve teveسüllerin liderleri müctehid alimlerdir. Ulemanın bulunmadığı her alan şeytanların cirit attığı alana dönüşür. 

Siyasal ve sosyal alanla ulema ilgilenmediği için avam halk siyasal tercihlerini dini kriterlere göre yapmıyor. Bugün Müslümanlar dünya çapında sömürülmektedirler. Bir toplum kendi yönetimine talip olmazsa olacağı budur.

Müctehid siyaseti bırakıp mutfak, yatak, tuvalet fıkhıyla yetinemez. Toplumda domuz etinin haramlığını kimse tartışmıyor. Tuvalette taharet ve abdestin alınıp alınmamasını kimse tartışmıyor. Ama beş vakit namazını kıldıkları halde Yüce Allah’a, Resulüllah’a, Kitabullah’a ve bilumum din ve dindara düşman olan bir partiye rahatlıkla oy verebiliyor. Bunun sebebi, alimlerin siyaseti kendi dini vecibeleri içinde görmemelerinden kaynaklandığı kanaatindeyim. Toplum dinini ulemadan öğrenir. Böylece ulemanın girmediği bir alanı dinden saymamak doğallaşır. Bu sebeple ümmetin siyasal sınavında ulemanın rolü büyüktür.