• DOLAR 34.378
  • EURO 36.566
  • ALTIN 2884.302
  • ...

Mirac; yükselmek, tırmanmak ve merdivenle çıkmak gibi manalara gelen Arapça bir kelimedir. “uruc” kökünden müştak(türev) bir kavramdır. Kelimenin ism-i aleti “Mi’rac” kalıbında gelir. Dediğimiz gibi mana olarak, yukarıya çıkma alet veya vasıtası manasına gelen (merdiven dediğimiz) tırmanma aleti demektir.

Mefhum manası: Yüce Allah, Resulüne (s.a.v) bir kısım mucizeleri kendisine göstermek üzere mahiyetini  bilmediğimiz makamlara çıkarma hadisesine mirac denir. Mirac hadisesi ilahi bir mucizedir. Mahiyet itibariyle Peygamberlerden sadır olup, beşer takat ve gücünün üstünde meydana gelen olağanüstü hallere mucize denir. Olağan ve beşerin yapabileceği mahiyette olsa ona mucize denilmez. Çünkü mucize insan takatını aciz bıraktığı için kendisine aciz bırakan manasında mucize denilmiştir. Gecenin İsra Gecesi değil de Mirac Gecesi veya Mirac Kandili olarak geçmesi de asıl ayet ve alametlerin en yoğun geçtiği bölüm mirac bölümü olduğu için geceye Mirac Gecesi adı verilmiştir.

Kimi insanların mucize ve keramet istismarcılığı yaptığı bir gerçektir. Bizim bunlara karşı olmamız gerekir. Bu şekil istismarcılık bizi mucize ve keramet inkarına sevk etmemeli. Neticede peygamberler de birer insandırlar. Eğer onların gösterdikleri bir takım insani beceri haller kendilerinden sadır olursa bunlara mucize denilmez. Her peygamberin bir mucizesi vardır. Her peygamberin ilk mucizesi peygamberliğidir. Peygamberin peygamber olarak seçilmesi başlı başına bir mucizedir. Bir insan için kainatın sahibi ile haberleşmesinden daha büyük bir mucize ne olabilir ki?

 Bu bağlamda Mirac Gecesinde iki büyük mucize meydana gelmiştir. Birincisi, yüce Allah’ın Peygamberimizi, Mescidi Haram’dan Mescid-i Aksaya götürürken gerçekleşen gece yürüyüşü kısmıdır. Buna gece yolculuğu manasında İsra denilir. İkincisi, yüce Allah’ın Peygamberimizi, Mescidi Aksa’dan Sidretul Münteha’ya yükseltip bir çok mucizeyi kendisine göstermek için onu Arşı A’la’ya aldırmasıdır. İşte bu ikinci kısma Mirac denilir. İsra kelimesi ve dolayısı ile İsra olayının boyutunu Kur’an-ı Kerim ismen zikretmektedir. Miracın Mescid-i Aksa’dan Sidretul Munteha kısmı ise, önce Resul-i Ekrem’in (sav) açıklaması ve bu açıklama sonucu verilen bilgilere itiraz eden müşriklere karşı Kur’an-ı Kerim’in verdiği reddiyelerden öğreniyoruz. Böylelikle netice itbarı ile mirac olayı da Kur’an-ı Kerim’e dayanmaktadır.

 Hicretten bir buçuk veya sekiz ay önce ( amcası ve eşinin vefat yılı olan “Senetül- Hüzün”) de meydana gelen mirac hadisesi vuku bulduğu günden, günümüze gelinceye kadar müminlerin imanını ve insanların insaniyetinin en büyük testi olarak tazeliğini korumaktadır. O günün Mekkeli müşrikleri hem İsrayı hem de Miracı inkar etmişlerdi. Onların bu inkarları sonucu Necm/1-18. ayetlerle yüce Rabbimiz Resul-i Ekrem'in hiçbir zaman hayal ve yanlış beyanda bulunmadığını ferman ederek tasdik etmektedir. Bu manada hem İsra ve hem de Mirac hadisesinin vuku bulduğunu Kur’an-ı Kerim bize anlatarak zikretmektedir. Birisini anlatarak, diğerini tasdik ederek bize inanmamız gereken bir akidevi konu olduğunu emretmektedir. Tüm Hadis kaynaklarımız ve İslam alimleri İsra ve Mirac olayının meydana geldiğine dair ittifak etmişlerdir. Hiç bir İslam aliminin bu konuyu inkar ettiği görülmemiştir. 

    Ancak, İsra ve Mirac Hadisesinin sayısında, olayın meydana geldiği tarih ve geliş biçiminde ve o esnada Resul-i Ekrem (sav)’in gördüğü olaylar hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Mesela, miracın bedenen mi yoksa ruhen mi vuku bulduğu hakkında bir takım ihtilaflar meydana gelmiştir. Binaenaleyh, sahih kaynaklarımızda o günden bugüne kesintisiz olarak nesilden nesile Kur’an ve sahih rivayetlerle bu olayın varlığı bize kadar nakledilmektedir.

 Olayın temel esaslarında hiç bir karışıklık olmamıştır. Ancak usulunda farklı rivayetler olmuştur. Bu çeşit farklılıklar, sadece Mirac ile sınırlı değildir. Örneğin, namazın içindeki dua, tesbihat ve ta’dili erkan hakkında da bazı farklılıklar bulunmaktadır. Buna rağmen namaz yoktur, denilemediği gibi, aynen bunun gibi, içinde farklı rivayetler olması ile Mirac da yok sayılamaz. Miracı kabul ya da reddetmek imani bir meseledir.  

    Maneviyatın karakışını yaşadığı bu devirde Mirac gibi bir mucizeyi mevcut şartlar içinde anlatmanın zor olduğunu biliyorum. Fakat bir şeyin zor olması, onun doğruluğuna halel getirmez. Mesela; İslam’da en zor iş davet işidir. Davetin zorluğunun onun önemine halel getirmediği gibi...

Her konuda olduğu gibi bu konuda da ilgili ayet ve hadisleri bir bütün olarak yan yana getirebilen her müslüman miracı rahatlıkla görebilecektir.

 Mirac, bedenen veya ruhen, bir sefer mi üç ayrı vakitlerde mi sadece Mekke’de mi yoksa Medine’de de mi meydana geldiği hususunda da farklı rivayetler bulunmaktadır. Ancak biz, Resul-i Ekrem’in sahih hadis kaynaklarımızda bedenen meydana geldiğini belirten görüşten yanayız. Eğer bu bir rüya olsaydı müşrikler ona asla karşı çıkmazlardı. Çünkü rüyada insan takatı ve hünerinin üstünde çok tuhaf olayları görebiliyor. Buna hiçbir insan karşı çıkmaz. Bu durum her insan için aynıdır. Rüya olmuş olsaydı kim ve niçin karşı çıksın ki? Bu rüya hali bir peygamberden veya başka birinden sadır olması arasında da fazla bir fark yoktur. Bu sebeple Mekke müşriklerinin hayret edip inkar ettikleri şeyin bir rüya olması mümkün görünmemektedir.  

 Bu bağlamda, İsra suresinin ilk ayeti, bu mucizenin ana arterini oluşturmaktadır, okundu ve itiraz edildi. Peygamberimiz kendinden emin bir şekilde o gecede gördüklerini tek tek anlatmaya çalışıyor. Mekke müşrikleri bir insan asla bunları yapamaz diye itirazda bulundular. Necm suresinin ilk onuncu ayetlerde konunun pekiştirildiğini görüyoruz. Yüce Allah bu ayetlerle de adeta işe el koyarak, Peygamberinin, hayatı boyunca tüm söylediklerini kendisinin O’na verdiği vahiy olduğunu ve bütün bunların doğru olduğunu emrediyor. Tüm bunları tasavvur eden ve buna iman eden her iman ve insaf sahibi insan, Resul-i Ekrem’in konu hakkında söylediği tüm hadisleri zorlanmadan inanacağı kanaatindeyim. Bu sure veya ayetler hangisinin hangisinden sonra inmiş olması miracın meydana gelişi hakkında şek oluşturmaz. 

 Mucizesiz hiçbir peygamber gönderilmemiştir. Hz. Muhammed (sav) de nihayetinde bir peygamberdir. Her peygambere verildiği gibi kendisine de birçok mucize verilmiştir. Mirac hadisesi de bu mucizelerden biridir. Mucizeyi kabul edip etmeme bir bilgi konusundan çok, imani bir hadisedir. Mucizeye inanmak bizim imani açıdan inkarı mümkün olmayan dini bir hakikattir. Zaten Kur’an’ın kendisi bir bütün olarak Resul-i Ekrem’in en büyük mucizesidir. Mirac ile ilgili ayet ve sahih hadis kaynaklarında bulunan bu meselede herhangi müşkül bir durum bulunmamaktadır. Asıl müşkülat kaynaklar arasında bir bağlantı kuramama sorunudur. İnsaf ve ilim sahibi her Müslüman, rahatlıkla Mirac mucizesini vahiy ve sünnet bütünlüğü içinde bir hakikat olduğunu görecektir.

Miraçta Tahiyyat

Miraçtan dönen Resul-i Ekrem (sav) beş vakit namaz dahil tüm namazlarda okunan “Tehiyyatın” ilk bölümünün Yüce Allah’ın huzuruna vardığında Rabbimizi methetmek maksadıyla kendisi tarafından zikrettiği bize hem pratik hem de rivayet yoluyla nakil olunmuştur. “Tahiyyatın” ikinci bölümü olan “   السلام عليك” ile başlayan kısmı yüce Allah tarafından karşılık verildiğini, Üçüncü bölüm olan “السلام علينا” ile başlayan kısmını yine Resul-i Ekrem (sav) tarafından, ondan sonraki şehadet bölümünün cebrail tarafından söylendiği rivayet olunmuştur. Bunlar bizim için o günden bugüne her gün kılınan tüm namazların her teşehhüdünde zikretmemiz istenmektedir. aralıksız olarak biz tüm namazlarımızın teşehhüdünde Resul-i Ekremin Miraçtan getirdiği bu dua o tarihten beridir aralıksız bir şekilde okunmaktadır.

“Benim Ümmetimin (her bir ferdinin) miracı beş vakit namazıdır.” uzunca rivayet edilen hadisi şeriften kasıt da işte budur. Miracı kabul etmeyenlerin beş vakit namaz ve her namazın tahiyyatını da kabul etmemelerini gerekli kılar. Akıl ve iman sahibi hiçbir insanın böyle bir iddiası olamaz. Sadece konuyu tarif babında söylüyoruz, yoksa hiç kimseyi inançsızlıkla suçlamıyorum.

İsra ve Mirac mucizesinin meydana gelişi Kur’an ve sünnetle sabit ilahi bir hadisedir. Kaldı ki Miracı kabul etmeyenler hadis kaynakları ve bu hadislere dayalı İslam hukuk geleneğini de kabul etmemektedirler. Fakat bir çelişki olarak Bakara suresinin son iki ayetinin Mekke’de nazil olduğunu söyleyen rivayetleri kabul etmedikleri halde, bu surenin tümünün Medine’de nazil olduğu rivayetini ise ne hikmetse kabul ediyorlar. Bu da gösteriyor ki bu görüş büyük bir çelişki ve tutarsızlığı içinde barındırdığı bir hakikat olarak ortada görünmektedir.

Son olarak Mirac mucizesi birden fazla kez meydana geldiğini söyleyen alimlerimizin varlığı ve bu meydana geliş hakkındaki farklı rivayetler bu konunun inkarına sebep teşkil etmez. Evet, farklı rivayetler vardır. Bu farklılıklar bilakis Miracın mutlak manada varlığına delildir. Daha önceki dinlerle olan ortak özellikleri vardır, deyip öyle ise bu falan dindeki hurafe ile benzer göründüğünden dolayı mirac hurafedir, denilemez. Dinlerin ortak özelliklerinin olması bir olayın tamamen reddedilmesi için delil gösterilemez. Mesela; Tüm dinler Kainat üstü bir ilahın (tanrının) varlığında ortak bir noktada birleşiyorlar, diye inanan bir Müslüman bu konuyu farklı tarafa çekemez.

Her peygamberin gösterdiği bazı mucizeleri olmuştur. Hz. Muhammed'in de bir çok mucizesi vaki olmuştur. İşte gösterdiği mucizelerden biri de Mirac mucizesidir.

   Miracın Ümmete Bakan Yönü

     Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve Ümmet bir vucut gibidir. Bu vucudun kalbi Kabe’dir. Beyni Medine’dir, şeref ve izzeti Kudsi Şerif ve Mescid-i Aksa’dır. Ümmetin başının dik olabilmesi için Mescid-i Aksa’nın da başının dik ve özgür olması gerekir. Kabe ümmetin mahremidir. Namahremin elinde olmamalı. Çünkü Mescid-i Aksa’nın yolunun startı Mescid-i Haram’dan verilmiştir. Mekke, Medine, Mescid-i Aksa ve Ümmet oluşumu büyük bir bütünün parçalarıdır. Bunlardan biri diğerisiz olamaz. İşte bu İslam toplumunun ta kendisidir. Mescid-i Haram’dan çıkan yolun varacağı en son nokta Mescid-i Aksa olması gerekir. Mescid-i Haram esirken, Mescid-i Aksa’nın özgür olması mümkün olmadığı gibi, Mescid-i Aksa esir ise, bu Mescid-i Haram esir olduğu içindir. Evet, tek cümle ile Mahremlerimizin şu an namahremin elinde olduğunu bilmeliyiz. Bu bilincimizi tezyid etmek için önce nefsimize, sonra neslimize ve daha sonra tüm topluma en yüksek perdeden haykırmamız lazım. Mahremi başkasının elinde esir olan bir Ümmetin izzetle yaşaması mümkün değildir. Asıl derdimiz bu olmalı. Ama birileri tarif etmeye çalıştığımız gibi Ümmetin kayıp olan asıl izzeti aramayı bırakmışlar. Buna karşı tarihin çöplüklerini karıştırarak bu konudaki sahih kaynaklarımız hakkında bir takım meşkuk ve muğlak ortamları oluşturmaya çalışıyorlar. Bu şekilde çalışanların masum olduklarını söyleyemem. Mescidi Aksa Ümmetin aşkı ve diriliş şahikasının merdivenidir. Bu merdiveni göz ardı etmek isteyenlerin bu gafil çalışmaları Ümmetin aşk ateşini söndürmeye yönelik olmaktan başka bir şey değildir. Mescidi Aksa ve miracı ümmetin gözünden düşürmek için yapılacak her çalışma düşmanımızın işine yarayacaktır. Bu çeşit çalışma asla başka bir sonuç doğurmayacaktır. Mirac ve Mescidi Aksayı kabul edip etmeme hadisesini bilgi ile tarif etmek mümkün değildir. Bu hadise bir istikamet ve basiret meselesidir. Kişinin inanç ve basireti nispetinde Mescid-i Aksa gündemde olabilir. Bir dilin Mescid-i Aksa için susup bir şey söyleyemeyeceği gün, o dilin felç olmayı hakkettiği gündür.