• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...

İslam hukukunda alacaklıların alma haklarına dair biri hukuki, diğeri ahlaki olmak üzere iki boyutu vardır. Ahlaki fedakârlıklar, kişinin imanıyla alakalı iken hukuki durum ise daha çok dünya imtihanıyla alakalıdır.

Bu anlamda Müminin alacak verecek meselesini İslam’ın bu iki temel kaidesi üzerinden anlamaya çalışacağız. Konu hakkında var olan naslardan biri olan Bakara suresi 280. ayet-i kerimeyi ölçü alacağız. Her hususta olduğu gibi İslam’ın erdem ve dayanışma duygusu İslam medeniyetinin ruhudur. İslam toplumunun kevniyeti (ontolojisi) bunun üzerine bina edilmiştir. Müminin takva ve toplumdaki mürüvvetinin müvazenesi nafile ibadetlerden çok, mal ile olan ilişkisi üzerinden değerlendirilmiştir. Bunun için Medine İslam devletinin ruhu olan Mekki bölümünde, itikadi, ahlaki ve mali konuların işlenmesini ümmetin iyi tasavvur ettiğinden emin değilim. Bunun üzerine uzun uzadıya araştırmalar yapılarak tezler hazırlanması gerektiği kanaatindeyim. Bu medeniyet tasavvurunun hukuki boyutunun Mekke’de bulunmama hikmetini içselleştiremeyen bir toplumun Medine İslam devletinin hülyalarını rüyalarında görmesinin bize bir faydası yoktur.

Dünyaya bakan yönüyle mali mesafe dünya imtihanımızın en çetin olanıdır. Bu bağlamda, alacaklar bakımından her müminin alacaklar, görevler ve sorumlulukları olduğu gibi, dini bir bilinç, ahlaki bir meziyet, rahmet ve şefkatli olma gibi mümini diğer insanlardan ayırıcı müstesna yönleri de vardır. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da mümin kişi irfani boyutunu ihmal edemez. Bu manada dini bilinç ve İslami şuurdaki aşınmalar ferdi aşarak bir toplumsal tahalluka evrilirse, o toplumun dini bilinç ve İslami şuuru felç olmuş demektir. Bunun için İslam aleminin yetiştirdiği en büyük İslam fakihi olan İmam Muhammed takva kitabı yazmayı talep edenlere karşı şöyle demiştir: “takvanız için borçlar kitabını yazdım”. (Kitabul-İktisab/25)

Evet, imam Muhammed gece namazı ve nafile oruçları tavsiye etmedi. Borçlar kitabının bir müminin borç alıp vermedeki İslami zihin dünyasına sahip olan insan muttaki insan olarak tanımlaması akli ve fikri düşünce yapısı üzerinden bende büyük şimşekler çakmaktadır. İlmimin yetersizliği ve ibadetlerdeki tembelliğim bu hikmeti gereği gibi göstermekten aciz olduğumu itiraf ediyorum.

Ayetin nüzül sebebi onun manasının anlaşılmasında kilit konumundadır. Ancak bu durum nüzulün hususi olması mesajın evrenselliğine mani değildir. Asırlar üstü mesaj-ı ilahinin beşere bahşettiği nimetlerin başında Kur’an’ın indiği tarihe gömülmeden kıyamete kadar mesajıyla evrensel içeriğiyle güncel olmasıdır. İşte mezkûr ayeti kerimeye de bu gözle bakmadan konunun ruhuna tevessül etmemiz mümkün değildir. Ayeti kerime “Eğer borçlu zor durumdaysa genişliğe çıkıncaya kadar ona mühlet verin. Darda olan borçluya alacağınızı bütünüyle bağışlamanız ise, bir bilseniz, sizin için daha hayırlıdır. Öyle bir gününden korkun ki, onda hepiniz Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığının karşılığı tam olarak verilecek ve kimseye haksızlık yapılmayacaktır.” (Bakara/280-1)

İslam dini borçluya borcunu en erken biçimde vermeyi emrederken, diğer taraftan alacaklıya borçluya karşı kolaylıklar sağlamayı emreder. Bu durumda alacaklıya üç çeşit davranma yolunu gösterir. Tamamen bağışlama, kârından vaz geçme ve borçlunun borcunu verebileceği güne kadar beklemesidir. Bunun dördüncüsü olan “nerden getiriyorsun getir”, alacak talebinde bulunurken hakaret, toplumda rencide edici gıybetinde bulunma... gibi durumları caiz gören bir alim veya eser okumuş değilim. Hatta bu durumda olan alacaklı eğer malına zekat düşerse, borçluya zekatını vermesi istihsanen tavsiye edilir. Konuyla ilgili sadece iki hadisi şerifi dikkatinize sunmak istiyorum; “ Bir müminden dünya sıkıntılarından birini giderirse,  Allah da kıyamet gününde o müminin sıkıntılarından birini giderir.” Başka bir hadis de şöyledir: “Darda kalana kolaylık gösterirse Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir.” (Müslim/zikir/38, İbn Mace Mukaddime/17)

Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bu kardeşliğin en önemli ölçüsü darda ve sıkıntıda iken ona kardeşçe davranabilmesidir. Yoksa aynı dernek, vakıf, parti ve tarikat dergahında tok karınla lüks ortamlarda bir araya gelmekle sınırlı olan bir ilişki biçimi değildir. Müslüman bir an bile merhamet, şefkat ve adaletten uzak ve nasipsiz kalamaz.