• DOLAR 32.236
  • EURO 34.961
  • ALTIN 2412.192
  • ...

Gala, eşyanın karşında paranın değer kazanması anlamına gelir. Gala, Arapça bir kelime olup, İslam iktisadının da önemli kavramlarından biridir. Yani piyasada, paranın satın alma gücünün yükselmesi ve eşya fiyatlarının düşmesi demektir. Bu durum, arz talep dengesinin arzın lehine bozulması demektir Güncel tabirle, emisyon hacmi ile iktisadi arz talep dengesinin muhafaza edildiği ve eşya arzın lehine cereyan etmesi sonucunda meydana gelen bir iktisadi durumdur. İşte buna “Gala” denir. Kürtçe ve Zazaca’da halkın “Ğelay” dediği olayın ta kendisidir. Günümüz iktisadi yapıda buna “deflasyon” deniyor.

            Burada konumuza bakan yönüyle, “gala” gibi piyasanın oynamasıyla meydana gelen alacak verecek hususundaki dengenin nasıl sağlanması gerektiği tartışmalarına şeri bir çözümü getirme boyutudur. Aynı sorunun başka bir yönü daha vardır. O da “Rahs” mefhumudur. Paranın değer kaybetmesi anlamına gelen “Rahs” da Arapça bir kelime olup, İslam iktisadının en önemli konularından biridir. Bu kavram “gala”nın tersine, paranın iktisadi değerini kaybetmesi anlamına gelir. Eşyanın, toptan ve perakende fiyatlarının yükselmesi demektir. Yani emisyon hacminin şişirilmesi sonucu iktisadi piyasada arz-talep dengesinin talep aleyhine bozulması demektir. Buna da “enflasyon” denir. Böylece piyasanın arz-talep dengesinde talebin aleyhine bozulmasıyla meydana bir takım alacak verecek arasında iktisadi sorunlar meydana gelir.

İktisadi açıdan toplumda meydana gelen arz-talep dengesinin, piyasada mali dengenin bozulması, yönetime ve tüccara ayrı ayrı sorumluluklar yükleyecektir. İslami yönetimde devlet piyasaya karışmaz. İslam iktisadında asıl olan budur. Ama piyasada fiyatların oynak olması halinde, devlet sabit fiyat veya gelire bir standart getirebilir. “Gala ve Rahs” aynı zamanda alacak-verecek ilişkisinde de bir takım sorunlar meydana getirebilir. İşte, bu iktisadi sonuçların şeriatımız açısından nasıl çözümler getirdiğini anlamaya çalışacağız.

İslam hukukçularınca, bir borcun verildiği zaman ile borcun ödenmesi gereken zaman arasında meydana gelen “Gala” ve “Rahs”ın farkı tartışma konusudur. Buradaki tartışmalar; Birincisi, bu kadar iktisadi arz-talep dengesinin bozulmasıyla akdin hükmünün geçerli olup olmaması. İkincisi, arz-talep dengesinin bozulması halindeki deynin kiymeti hususu.

Birincisinde alimlerin kahir ekseriyeti, “bey’in” butlanı/feshi gerektirmediği yönde bir kanaat hakimdir. İkincisinde ise, alimler kendi arasında ikiye ayrılmışlar. Yine Başta imam Ebu Hanife olmak üzere bir çok İslam iktisat alimi, akdin yapıldığı andaki miktarın ister arzın, ister talebin leh ve aleyhinde bir değişiklik meydana gelsin akdin sabit kalmasından yana görüş beyan ederler.

Bu görüşe göre, akdin kabulü imanın sadakatine götürdüğünden, ister lehte ister aleyhte sonuçlansın akit üzerinde sonradan bir değişiklik yapılamayacağı yönündedir. Fakat İslam iktisat müçtehitlerden olan İmam Muhammed’in başını çektiği az sayıda alim ise, normal olmayan bir “Gala” ve “Rahs” akdin yapıldığı an eşyanın değeri üzerinden deyn konusu düzenlenebilir. Bu görüşe göre paranın değeri alım gücünde kabul edilir. Eğer paranın alım gücünde bir farklılık oluşursa, bu farklılığın dengesinin sağlanması İslam’ın eşyaya ve toplumdaki dengeyi temel esas alır.

Bu anlamda İslam dini bir denge dinidir. Bu denge unsurunun bozulduğu yerde İslam olaya seyirci kalamaz. Mutlaka oraya bir ölçü koyar. İslam toplumunun en önemli denge yapısı şüphesiz ki iktisadi yapıdır. Fakiri daha fakir, zengini daha zengin eden bir toplumsal dengesizliğe İslam dini seyirci kalamaz. Bu bağlamda İmam Muhammed’in görüşü daha uygundur.

Günümüz fıkıh alimlerinden Faruk Beşer hocamın, paranın kar-zarar veya arz-talep dengesinde değeri, onun alım gücündedir demesi çok önemli bir ictihad olduğu kanaatindeyim.

Böylece arz-talepteki dengenin çok farklı bir boyuta geldiği durumlarda, tarafların birbirlerine kolaylık sağlayarak aradaki kayıp için vicdani bir “kıyası nefs” içinde tahalluki bir denge sağlamaya çalışmaları istenen bir husustur. Fakat iktisad konusu, vicdan ve ahlaki meziyetlere terk edilmemesi gereken, bağlayıcı bir usul kaidesiyle kayıt altına alınması gerekir.