• DOLAR 34.66
  • EURO 36.375
  • ALTIN 2930.18
  • ...

Bir önceki yazımızda, İslam iktisadına göre Müslüman, elindeki malın emanet olduğuna inanır demiştik.

Bugün İslam toplumu, kendi içinde iktisadi problem yaşamaktadır. Bu problemin büyük bir kısmı kapitalist ve sosyalist küresel güç odakları tarafından dayatılmaktadır. Diğer bir kısmı da Müslüman iş adamları kendi iç işleyişi bağlamında bir yapılanma problemi yaşamaktadır. İşte Müslüman tüccarların kendi aralarında bir iktisadi yapılanmaya gitmeleri gerekir. Bu manada bir yapılanmaya gitmeden, davet ve tebliğlerinden sağlıklı bir sonuç almaları oldukça güçleşir. Bu hal Kur’an’ın meseleye bakışına da aykırılık arz etmektedir.

Öncelikle Müslümanların iktisadi tasavvurda, zihinsel bir tecdide ihtiyaçları olduğu kanaatindeyim. Müslümanların olayları kendi zamanı içinde değerlendirmeleri gerektiği kanaatindeyim. Olgu ve olayları -İslam’ın sabitelerini evren üstü kabul ederek- içtihad nimetinin istimrari büyük bir nimet olduğunu görüp ona göre ciddi ve cesur adımlar atılması gerekir. Bu konuda bir yol kazası geçirildiği görüşündeyim.

Hadise şu; Emevi, Abbasi gibi sultanlar tarafından yönetildikleri zamanda, bir kısım yönetimsel ve mali şöhretlerin istenenden fazla kişiyi celb ettiği bir hakikattir. İşte günün şartları içinde bir kısım alimlerimizin dünya ve onun verdiği şöhret ve bir kısım cazibeliği insanın kulluk görevlerine zarar verdiği düşüncesiyle dünya malı ve makamından uzak durmayı tavsiye ettiler. Dünya malından el etek çekmeyi istemelerini günün şartları içinde iyi okumamız gerekir. O gün İslam devletinin bütçesi her yönüyle dolup taşıyordu. Alimler, haklı olarak bu debdebeli ve şaşaalı ortamın kişinin ihlasına zarar vereceğini en iyi bilenlerdi. Bu tehlikeli ihtimali göz önünde bulunduran aziz ulema dengeyi sağlamaya yönelik bazı terhib yollarına başvurdular.

Ancak İslam’ın bu faydalı tarafı, bize İslam’ın sabiteleri olan Kur’an ve sünnetin evrensel temel mali esaslarını görmemize engel olmamalıydı. Çünkü, Mekki ayetlerin ilk ve kısa surelerinden, Medeni surelerin en uzunlarına kadar, mal ve mali infak, vahiy iklimi içinde adeta ete kemiğe bürünmüş bir haldedir.

İlk Müslümanların, imanlarının gereği olarak İslam davası için ilk yaptıkları fedakarlıklar mali fedakarlıklardı. Bu hayatın bir gerçeği olarak, hayat var oldukça kaldırılması mümkün olmayan hayat gerçeğidir. Çünkü; mal, bir iktisadi program çerçevesinde ele alınıp, belirli bir düzen ve disiplin içerisine alınmazsa kişi için bir felakete dönüşebilir. (Hümeze/1-2)

İslam dini, dünyada yaşanmak üzere gönderilmiş bir ilahi dindir. Dünya nimetlerini Yüce Allah’a inananlar ve inanmayan tüm insanlık ailesine taksim etmiştir. Bu taksimatta riayet etmeyi Mushafında bize beyan etmektedir. Burada iki şeye birlikte dikkat edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Biri, Başkasına ait olan mala onun izni ve usulü dışında dokunmamak. İkincisi, yüce Allah’ın malını O’nun dinine düşman olanlarına terk edilmemesi hadisesidir. Çünkü emanet bize arz edilmiş ve biz isteyerek bu emaneti yükleyeceğimizi söylemişiz. Mal, Yüce Allah’a ait. Bu malı korumamızı bize emretmiştir. Yüce Allah’ın malının O’nun düşmanlarına bırakmak büyük bir sorumluluk getirir.