• DOLAR 34.609
  • EURO 36.689
  • ALTIN 2917.23
  • ...

            Kur’an’da siyasal aklın acı çekmesini anlamaya çalışalım. Akıl, ruh, kalp, beden, karakter ve şahsiyet oluşturmak gibi temel esasların tümü bir araya gelmeden insanı tanımlamak mümkün olmuyor. Aklın, kalp ve ruh gibi yaralanıp acı çekmesine Kur’an-ı Kerim çok büyük önem verir. Kur’an’a göre, aklın acı çekmesi imana ait bir sorumluluk duygusu ve topluma olan şefkat ve merhametten kaynaklanan insani bir erdemliliktir.

            Aklın acı çekmesi, kişinin içinde bulunduğu toplumda aklen, kalben, ruhen ve vicdanen ters giden bazı olayları kendi iç aleminde hissederek buna karşı deruni bir ızdırabı dışa vurumu demektir. Bu çeşit akli acılar, hem Medeni toplumlarda hem de cahili toplumlarda vaki olur. Medeni toplumlardaki acıya sebep veren etkenler günah ve hata bazında, cahili toplumlarda akli acıya sebep veren şeyler daha çok inkar ve asiliğin varlığı sebebiyle oluşur. Demek ki, kamil bir akıl her toplumda mutlaka acı çeken diğerkâmlı dipdiri bir zihin tasavvurudur.

İnsan sorunlu bir varlıktır. Toplumsal yaşamda sorunlar sıfırlanamaz. İşte toplumsal akıl bu sorunların büyüklüğü oranında mutlaka acı çeker. Bu manada toplumsal sorunların kişinin içinde bulunduğu konumu itibariyle düşünüldüğünde, en büyük acıyı peygamberler çekmişlerdir. Bu çok tatlı bir acıdır. Bu manada Hz. Muhammed (sav)’in toplumsal aklı, insanların iman etmemesi durumunda o kadar acı çeker ki işe Vahiy el koyarak; “(onlar) İman etmiyorlar diye nerdeyse kendini helak edeceksin.” (Şuara/3) ve “And olsun, onların söylemekte olduklarına karşı senin göğsünün daraldığını biliyoruz.” (Hicr/97) ve (Bakara/137) Gibi ayetler mevcuttur. Biz teknik olarak bunu nasıl anlamalıyız? Bu siyasal aklın verdiği acı haddi zatında merhametten kaynaklanan bir acı biçimidir.

Siyasal aklın acısı, önce bireysel kişinin iç aleminde oluşur. Daha sonra kişi/kişilerde gelişen içe dönük bir nitelik kazanım ve erdemliğin dışa vurumu ile toplumun vicdanında da makes bulur. Yani imani sorumluluğun kişinin iç aleminde oluşan bir volkanın dışta tezahur edip kitlelerce kabul görmesiyle bir siyasal toplum vicdanını oluşturur. Bir toplumun vicdani ma’şerini harekete geçiren siyasal akli acılar, kıyamın kaynağı, ıslahın anahtarı ve zalimlerin korkulu rüyasıdır. Zalimlerin sarayları bu ma’şeri vicdanı harekete geçiren siyasal aklın acısını yerle yeksan etmiştir.

Asli unsurunu kaybetmeyen her siyasal akıl, toplumda bulunan yanlışlara karşı mutlak manada bir acı çeker. Fakat bu siyasal akılı kişinin üzerinde yaratıldığı fıtratla sınırlandırmamız mümkün değildir. Bunu gerçekleştirecek olan büyük bir güç ve sağlam bir üst akıl tarafından ihya edilmesi gerekir. Bu anlamda Kur’an-ı Kerim “Ey İman edenler! sizi hayat verecek şeylere davet ettiklerinde Allah ve Resulünün davetine uyun…” (Enfal/24)

Siyasal aklın acısının kaynağı ilahi vahyin kendisidir. İçinde bulunduğumuz asırda siyasal aklımız ölmemişse, cihan sathında ümmetin içinde bulunduğu kıskaçlar karşısında  siyasal aklımız acı çekmelidir. Mazlumların zalimler tarafından eşya üzerindeki tasarruf gibi meta olarak alıp emeklerini emdiğini gören her akıl mutlaka acı çekmeli. Siyasal aklın acısı aynı zamanda stratejik bir zihin tasavvurudur. Bu siyasal akıl önce bireysel nisbi bir uyanışla başlar. Daha sonra içinde bulunduğu toplumsal yapıda kabul görür. Bu anlamda nisbi başlayarak ma’şeri vicdanda ekilen tohum gibi toprak altında yok olmayı göze alamayan akıl siyasal açıdan ölü bir akıldır. Ama, bulunduğu toplumda yanlış giden meselelere karşı siyasal akıl ihya ve inşayı çektiği acı miktarınca salih amele dönüştürebilir.

Kısaca bu sorunun tek çözümü, toplumda Müslümanca olan bir siyasal aklın acısını yeniden ihya ve inşa etmektir. Bu meharrik siyasal aklın acısı, salt manada etki-tepki üzerinden ele alınmamalı. Bunu akli, ruhi, kalbi ve imani bir gerekliliğin şuur ve bilinci içinde ele alarak aklı bu anlamda muheyya hale getirmenin sorunun tek çözümü olduğunu bilmekle mümkün olacağı kanaatindeyim. Müslümanın siyasal aklının acısı bir dava derdidir. Dava derdi olmayanın bir iddiası olamaz. İddiası olmayanın dava sahibi olması eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu anlamda bir Müslümanın en büyük akli acısının siyasal düşünce tasavvurundaki kayba karşı olması gerektiği kanaatindeyim.