İslami partide istikamet ve istikrar
Bir insanın imanı elde etmek veya imanını kaybetmek. Bir insanın dünya hayatında bundan daha büyük bir meselesi olamaz. Bir insan için Müslüman olmak kainatın en değerli kazanımı, en büyük kaybı da bunu kaybetmektir.
İnsan eşrefi mahluktur (İsra/70) Müslüman olmak ne kadar önemli ise ölünceye kadar Müslüman kalmak da o kadar önemlidir. (Ali İmran/102) Müslüman olan bir insanın bu muazzam ve muhteşem ilahi dinden soğuması veya çıkması dehşet veren bir iç yıkımdır. Çünkü seni ve senin sahip olduğun her şeyi yoktan yaratan Yüce Allah’ı kabul etmemekten daha büyük bir kayıp olamaz. Halbuki, insan Yüce Allah’ı kabul etmediğinde kainata ve kendisinin varlık sebebine gözlerini kapattığında bütün yaratılış değerlerini yıkıp kaybeder. Bu hal, kişiye hiçbir şey de kazandırmaz. Ama kendisini yaratanı tanıyıp, kainata bu amaç ve gözle baktığında ruhen güçlü, kalben mutmain ve kainata mana yüklü bir tahayyül ufkunu açık bırakarak hayatın içinde kendini güçlü hisseder. Bunda da hiçbir kaybı olmaz.
İşte bu manada kişiye sonradan bir müdahale olmazsa, insan rabbiyle barışık yaratılmış (Rum/30) ve barışık yaşar. Bu barışık yaşamanın yüksek mefkuresi ve ali tasavvurun adına Tehvid inancı denir. Bu ulvi tasavvur, ütopik ve farazi bir tahayyül değildir. Kainatın her zerresinin müşahedesi ve beşerin zihin dünyasında her an ve her yerde kendini göstererek fırtınalar koparan yüce bir kadiri mutlak olan güce dayalı tahallukun zirvesine tırmanmadır. Her şey ve işin başlangıcı ve sonunun rücu edeceği nokta yüce, aşkın ve gücün kabzında toplanıp birleştirici olduğu için buna birleme manasında tevhid denir.
Bütün peygamberler bu ulvi makama ümmetini davet etmişler. Kudret elinde olan Yüce Allah’a davet eden peygamberler, zaman zaman bu kazanımlarını kaybetme tehlikesine dikkat çekerek bu manada içten içe tir tir titreyerek bu muazzam kazanımı kaybetme korkusu karşısında titreyip durmuşlardır.
Peygamberlerin bu kazanımlarını kaybetmeleri muhal olduğu halde kaybetmemek için birçokları bu manada Yüce Allah’a yalvararak “Allah’ım canımı Müslüman olarak al...Allah’ım verdiğin bu hidayetten sonra kalplerimizi kaydırma...” şeklinde yalvardıklarına dair Kur’an ve sünnette yer yer zikredilmektedir. Bu muhteşem yalvarışı dillendiren peygamberlerden biri de Hz. Yusuf (as)’dır. Hz. Yusuf (as) hasetten, kuyuya, oradan köleliğe, oradan saraya ve saray iftirasına, sonra zindana ve oradan maliye bakanlığını talep etmesiyle Yüce Allah ona Melik’in/iktidarını nasip etti. Tam bu manada aldığı makamın karşısında insanoğlunun ne kadar zayıf olduğunu bildiği için, Yüce Allah’tan iki istekte bulunmuştur. Müslüman olarak ölmek ve salihler/iyilerle beraber kalabilmek.
Bu dua beni mest eden müteessir duaların başında gelir. Bu duanın zihin dünyamda oluşturduğu duygu ve kopardığı fırtınaları aktarmaktan acizim. Ölürken sıradan gelen bir Müslüman olarak ölmeye çok önem verilmiştir. Ama onun bir üstü de Müslümanlar topluluğuyla beraber olmaktır. Sıradan Müslüman olmak ve nitelikli olan salih Müslümanlarla beraber olmak.
Her şeyden önce, bu tehlikeye dikkat çeken kişi bir peygamberdir. Peygamberin imansız ölmesi muhal bir şey. O, bu işin bize bakan yönüyle kaybımızın büyüklüğüne dikkat çekmiştir. O, yolun hidayet boyutuyla yetinmeyip, tehlikeli bir tercihte bulunarak, Yüce Allah’ın dinine sırt çevirmenin nasıl bir çöküş olduğunu bize bildirmek üzere, adeta bizim namımıza yalvarmıştır.
Salihlerle beraber olmak. Ümmeti olduğu peygamberin çağrısına uyan inanmış her insana salih insan denir. Halbuki peygamberlerin meleke-i Nübüvvet denilen bir müstesna makamları bulunmaktadır. Bu makam bilgi ve isteğe bağlı olmayıp, Yüce Allah tarafından kevni olarak verilen çok ulvi bir makamdır. Hiçbir salih kul bu makama ulaşamaz. Burada da Yüce Allah Hz. Yusuf (as)’ın dilinden salih kullarla beraber olmanın önemini bize beyan etmektedir. Salihlerle beraber iken bu duayı şöyle anlayabiliriz; Salihlerin safından çıkma tehlikesine dikkatimizi çekmek istemiştir. Öyleyse içinde bulunduğunuz salihlerin safında kalmaya dikkat etmeliyiz.
Fakat tüm bunlardan başka büyük bir tehlike daha vardır. O da bir toplumun idaresinin başına geçmenin verdiği kalbi tehlikedir. Yani başkan/melik olmanın insanın nefsine verdiği tehlike. Çünkü Hz. Yusuf (as)’ın bu duayı melik olduktan sonra yapmasının bu manada çok önem arz ettiğini tahayyül ediyorum. İnsanın bu hasseyi beşere dikkati çekmiştir. Bu makam insan için çok kaygan bir zemindir.
Elhasıl, partide hizmet etme, dostların alkışları, düşmanın sıkleti bir yana, başkan olup bir makama geldiğinde bu başarıyı nefsinden bilmek. O makama gittiğinde de kendi olması gereken değerlerini makama yedirerek nefsin kabarmasına müsait bir zemindir. Buna Hz. Yusuf (as)’ın dikkat çektiği gibi sorumluluk makamı insanı raydan çıkarmamalı.