Cahili sistemlerde İslami partilerin kuruluş amacı
Müslüman, hakkı savunmakla yükümlüdür. Savunduğu hak ya hakim olur ya da varlığını sürdürür. Bu manada kuracağı İslami partiyi iki amaçla kurar. Hakkı savunmak ve hakim kılmak.
Müslüman bulunduğu her yerde ve her şart altında tevhid inancını yaşamak ve yaşatmakla yükümlüdür. Bu manada yapılacak her gayretin, hakkı savunmayı ve sonunda hakkı hakim kılmayı hedeflemesi gerekir. İslami partilerin temel kuruluş amacı bu iki hedefe ulaşmak olmalı.
Bu sahada İslam’ın iki temel sütununa hamledilmeli. Güç yettiğince kötülüğün def' edilmesi. “ما استطعتم” “gücünüz nisbetinde” Kur’ani temel kaideyi esas (Enfal/60, Hud/88...) alarak hareket etmeyi bize emrettiği gibi, “ من راي منكم منكرا…” şeklinde varid olan meşhur hadisi şerif biz ümmetin her ferdi için birer pusula hükmündedir. Yani görülen kötülüğe karşı gücü nisbetinde mücadele etmek.
Böyle olunca her Müslümanın bulunduğu yerde bu iki kaide üzerinden mensubiyet ve mesuliyet tasavvuruyla mutlaka yapacağı bir şeylerinin olmasını gerekli kılmaktadır.
Kur’an’ın kendi içinde bu işin formatını “Emr-i Bil-Maruf ve Nahy-i anil-Münker” Yani önce iyiliğin emri “” sonra Kötülüğün def’i “ امر بالمعروف ونهي عن المنكر” kavramları üzerinden betimlemiştir. Bu iki kavramın terkip ve gramerine bakarak konuyu anlamaya çalışacağız. Hiçbir Müslüman, iyiliği yayma ve münkere karşı çıkmada bir şey yapmama lüksüne sahip değildir. Mutlaka bir şey yapılmalı ve yaptığı her şeyden güç yettiklerinden kişi sorumlu tutulur.
Önemli bir hususu ifade etmede fayda vardır. O da inançta nefiy ispattan öncedir, ama davette maruf münkerden öncedir.
En büyük maruf Yüce Allah’ı bilip inanmak, en büyük münker-bilinmezlik- Allah’ı bilmeyip inkar etmektir.
Kur’an-ı Kerim’de, maruf ve münker kavramlarının seçilmesinin birçok hikmeti vardır. Hikmetlerinden biri, sıralamasında, diğeri de kavramların muhteva ettiği manalardadır. Birr, ihsan, kütibe, füride ve tahsiniyat gibi kelimeler yerine “Maruf”un zikredilmesi manidardır. Çünkü, maruf örf ve tearrufla aynı kök harflerinden oluşur. Örf, yerleşik ve bilineni mümkün kılma açısından öncelikli/evleviyetlidir. Bu bakımından önce iyiliği yayıp tanıtmak gerekir. Örf ve tearrüf ki, sıralama açısından münkerden önce marufun sağlanması istendiği için maruf başa alınmıştır.
Müslümanların bulunduğu bir toplumda eğer cahili bir sistem hakim ise, onun yerine İslami sistemi getirmek için Müslümanların önce bilinmesi gereken ilahi hakikatleri yaymaları lazım. Sonra nehiylerin def’ine çalışmaları gerekir. Önce davanın tanınması, sonra toplumdaki yanlış/münkerin defi’ne çalışılmalı. Kendi toplumsal maruf tasavvurunu topluma anlatamayan bir yapı, toplumda var olan münkeri kaldıracağını iddia edemez. İddia etse de kaale alınmaz.
İşte bu manada hak davayı savunmak ve hakim etmek.
Şu ana kadar İslam ülkelerinde kurulan partilerle İslam’ın hakim olduğu vaki olmamış. fakat kurulan her İslami parti hak davayı sürekli savunmuştur.
Mesela Resul-i Ekrem’in üye olduğu “Hilful-Fudul” örneğinde olduğu gibi. Böyle bir teşkilatı bırak kurmayı, cahili bir sistemde kurulmuş bu teşkilata Peygamberimiz(sav) üye olmuştur. Peygamber olduktan sonra da “eğer hilful fudul olsaydı bugün de üye olurdum” der. İmam ibn Teymiyeden sormuşlar, “cahili bir sistemde bir Müslüman vali olabilir mi? O da cevaben; eğer Müslümanlara yapılan zulmü azaltabileceğine inanırsa vali olmak vacip olur” demiştir.
Tabir caizse gavurun kurduğu hilful fudula üye olmak caizse, Müslümanların kendine bir hilful fudul kurmaları niye caiz olmasın? Hatta bu o kadar Müslümanların faydasına ve cahili sistemlerin zararınadır ki, Müslümanların kurduğu bu yapıları sürekli baskı altına alırlar. Cahili sistem daha çok bunlardan korkar. Cahili sistem teşkilatlanmamış Müslümandan fazla korkmaz.
İslam ülkelerinde kurulan İslami partiler, Müslümanların çalışma alanlarını açmak veya daveti kolaylaştırmak için kurulur. Aslında tüm peygamberler de bu iki hedefi gerçekleştirmek için çalışmışlardır. Peygamberlerin hayatlarına baktığımızda İslam’ı hakim eden peygamber az sayıdadır. Ama bütün peygamberler İslami davayı hakim etmek ve davanın hakkını savunmaya çalışmışlardır. Müslüman bulunduğu yerde hakkı savunup hakim etmek için imkanlarını seferber etmekle yükümlüdür. İşte İslam’da parti kurmanın da amacı İslam davasını yaymak ve hakim etmektir. Hakim edemezse hakkı da savunamaz denilemez. Müslüman, bulunduğu her ortamda İslam uğrunda gücü nisbetinde faaliyet göstermelidir.