• DOLAR 34.661
  • EURO 36.373
  • ALTIN 2929.745
  • ...

            İnsan, akıl ile beraber, duygu taşıyan bir varlıktır. Duygular etkin silah gibidir. Kontrolden çıkarsa sahibine doğrultulmuş ölümcül bir silaha dönüşür.

İlmi kaynaklarımızı kavramsal tartışma sebebi kılarak duygularımıza kurban etmemeliyiz. Mezhep ve meşrep farklılığını iman ve itikat farklılığına götüremeyiz. İslam’ın iki ana unsurunu hiçbir görüş ve ekol tekeline alamaz. Biri istikametimizin kadrajını, diğeri de ontolojik olarak toplumsal tekevvünümüzü teşkil eden unsurudur. Bunlar küldür, tecezzi edilemez. Birincisi, geçmişte muhayya, gelecekte muhayyel olan Ehli kıble ahlakımız, diğeri de ontolojik olarak Ümmetin varlığıdır. İslam Ümmetinin bu üst çatısı tüm Müslümanları barındıracak kadar geniştir.

            Tevhidin mücahede ve mücadelesini en iyi verenler şüphesiz ki nebilerdir. Bu manada tüm Enbiyanın mücadelesi kafir ve küfürle değil, küfrün sistemi, onu temsil ve müdafaa edenlerledir. Mekan olarak o gün tağuti sistemin putlarıyla dolu olan Kâbe’yi Resul-i Ekrem terk etmedi. Hz. Musa’ya peygamberlik verilir verilmez Firavun’la mücadele için saraya gitmiş/gönderilmiştir. Bunun siyasal zihin dünyamızda çok şey ifade etmesi gerektiği kanaatindeyim. Tüm peygamberler tağutun merkezi yerlerinde mücadele vermişlerdir. Dolayısıyla tebliğ ve davetin mekana bakan yönüyle tağuti sistemin sarayları olan bugünkü adıyla millet meclisleri olmuştur. Buralar din düşmanlarına bırakılamaz. Buraları terk etmeyi, nebevi hareketle tanımlamak mümkün mü? 

Cihanşümul olan İslam tüm Müslüman alimlerin farklı içtihad yapmasına müsaade eder.

Bu manada, düşman dahi olsa bir çalışmanın devlet olarak bir sistemi yoksa İslam onunla mücahedeye girişmez. Bu sistemi olmayan kafir olsa bile durum böyleyken, sistemi olmayan İslami camialara karşı cihad(!) adı altında savaş ilan etmek bir cinayettir. Sistemi olmayanlar, saldırıya uğradıkları zaman sadece müdafaa hakkını kullanabilirler. Ama kendileri savaşı başlatamazlar.

Bunlar İslam’ın önemli stratejik kaideleridir. Bu bağlamda, bir İslami mezhep, meşrep ve grup, kendini İslam’ın merkezine alıp, kafir olanlarla bile savaşamazken, kendisi gibi düşünmeyen Müslümanlarla müşrik deyip savaşabilir mi?

Hz. Muhammed (sav) Mekke’de cihad ilan etmedi. Medine’ye yerleşip, elli maddelik bir anayasa taslağını hazırlayıp referandumdan geçirdi. İlk olarak Hanif dininde olanlarla, ehli kitap ve Müslüman oldukları halde onlarla beraber hicret etmeyen Müslümanlara karşı değil de açıktan açığa ilahi dine düşman olan putperest müşriklere karşı cihad ilan ettiğini söylemiştik.

Kılıç ayeti olarak bilinen Tevbe/5. Ayeti kerimesini daha önce bir yazı konusu olarak okuyucularımla beraber anlamak için yazmıştım. Konuyu izah etme babında; “فاقتلوا المشركين” İbaresinde  “ال” takısı istiğrak değil,  tarifiyedir. Yani “müşrik” kelimesinin başındaki “el” ile bütün müşrikler değil, Resul-i Ekrem ile antlaşmasını bozan ve dolayısıyla savaş suçu işleyen belirli bir müşrik gruba açılan bir savaştır. O gün savaş suçu işlemeyip, Müslümanlarla iç içe olan bir sürü müşrikler vardı, kimse onlara dokunmadı. Mesela, Hz. Ebubekir’in babası, bu ayet indiğinde o müşrikti.

Son olarak; siyaset nebilerin mesleğidir. Tüm peygamberler toplumun merkezinde dini mücadelesini vermişler. Toplumun en etkin noktası olan yönetim mekanizmasını din düşmanlarına bırakmak zamanımızın en büyük stratejik hatasıdır.

Bir İslami mezhep ve meşrep, kendi sistemini kurmadan kafire bile savaş ilan edemezken, sistemsiz bırakılmış İslami camialarla savaşmak bir cinayettir. Naslardan hüküm çıkarırken kendileri gibi düşünmeyen ehli kıbleye karşı açılacak savaş, cihad değil, cinayettir.

Ümmeti ve ehli kıbleyi parçalayan şu üç sınıf yanılmaktadır. Müslümanları sahih din ve tevhid adı altında tekfir edenler. Kur’an Müslümanlığı adı altında müctehid imamları bile din uydurmakla suçlayanlar. Tarikat, mezhep ve meşrep adı altında kendileri gibi düşünmeyenlere sapık diyerek “Ehli Kıble”yi dalaletle suçlayanlar. İnsanların hidayeti için gelen, şefkat ve merhamet dini olan dini mubin-i İslam’ı, bu gibi usulsüzlüklerle tanımlamak bu dinin tabiatına aykırıdır. İmam Ebu Hanife der ki: من امن بالتنزيل لا يكففر بالتأ ويل (Her kim ki ayetin Allah'tan indiğine inanırsa tevilinden dolayı tekfir edilemez.)