Sevmek ve uyarmak
Kur’an-ı Kerim’e göre kişi sevdiği dostunu uyarmasının hükmünü anlamaya çalışacağız.
Yeryüzünü yönetmek üzere görevlendirilen insanların başında peygamberler gelir. Peygamberler Yüce Allah’ın seçtiği mümtaz yöneticilerdir. Bu manada Peygamberler toplum yönetimine seçilip en çok sevilen insanlardır. Peygamberlerin fetanet, masumiyet ve meleke-i nübüvvet gibi özel hallerine rağmen, Yüce Allah Onları sevdiği için arasıra (Hud/44, 113,114.Enfal/67) uyarmıştır.
Biz bunu nasıl anlamalıyız? Demek ki sevenin sevdiğini uyarması ilahi bir tahalluk konusudur. Ve Allah’ın ahlakiyle ahlaklanmak da budur.
Bu uyarılar bazen yapılan işler sonrası(Enfal/67) bazen de inançsızlara cevap bağlamında olmuştur. İkincisinde zikredilen kesin ve sert (Hakka/46) ifadeler Peygambere değil, inançsızlara bir reddiye olduğunu bilmemiz gerekir. Bu da ayrı bir ayrıntıdır.
Bugün toplumumuzun zihin dünyasında, İslam’a hizmet edenlere hürmeti sadece itaat-isyan paradoksu içinde değerlendiriliyor. Halbuki davanın siyasal bir ortam ve sağlam bir zeminde yürümesi için, yanlış yapılan yerde uyarı dava için bir esas unsurdur. Kişi sevdiğini ne kadar severse sevsin, Yüce Allah’ın Peygamberleri sevdiği kadar sevemez. Peygamberler Kur’an’da uyarıldığına göre, bizim de birbirimizi uyarmamız gerekir. Kur’an ders olsun diye tüm bunları buyurmaktadır. Sevdiğimiz bir siyasi lideri, parti başkanını, dergah şeyhini gerekli yer ve zeminde bir edep disiplini içinde uyarabilmeliyiz. Bunun bir ibadet anlayışı içinde yapılması gereken ilahi bir vazife olduğunu bilerek yapmalıyız.
İslam davası Yüce Allah’ın davasıdır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Yüce Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmamız gerekir. Şeyhe ve başkana gösterdiğimiz hürmet bizi ona karşı köreltmemeli. Dava ve davetçi kıymetinde yapacağımız bir yanlış davamıza zarar verebilir. Davanın heybeti zarar göreceği yerde davetçiyi uyarmamak hürmetten sayılmaz. Bugün ülkemizde yaşanan Müslümanların iktidarını sevenlerin onların hatalarına kör ve sağır kalmalarını İslam ile tarif etmek mümkün değildir.
Tebaanın, lideri hatasız görmesi yanlış bir dini tasavvurdur. İş yapan birinin çalıştıkça bazen de yanılabildiğini doğal kabul etmemiz gerekir. Hatta kişi yaptığı iş oranında hata edebilir. Aslında bunun tersi belki normal değildir. Yani iş yapmayan hata etmez ki!
Bir de “ümmetim dalalette ittifak etmez” bu hadisten ümmetim yanlış yapmaz anlamını çıkarmak hadisin sözüne de maksadına da aykırıdır. Mesela, Peygamberimiz sahabelerden daha çok İslam’a hizmet ettiği için, O’ daha çok uyarı almıştır. Niye? Çünkü O, Ashaptan daha fazla iş yapıyordu da ondan. Bunu dava adamı olan her Müslümanın, kendi zihin dünyasında iyi tahlil etmesi gerekir. Sorun, hata edip etmemede değil, hataya karşı olan yanlış bakıştadır. Aynı partide hizmet edenlerin, kendi parti çalışmalarındaki hataları örtbas etmesi salih amel veya davaya hizmet olarak görmesi siyasi ve ibadi açıdan bir körlüktür. Toplum şu anda tam da bunu yaşamaktadır. Tüm bunlara rağmen, bu manada İslami parti ve örgütler, Kemalist ve sosyalist parti ve örgütlerden daha iyi yerde olduklarını söylememiz gerekir.
Bir de dava devam ederken yaşanan hataları kalplerindeki hastalıklara malzeme yapmayı huy haline getiren hasta kalpli insanlar da bu noktada davaya zarar verebilirler. Hatalara sessiz kalmak da hatayı zemininden kopararak ulu ortamlarda tahribata götürmek de yanlıştır.
Hulasa, Peygamberler Yüce Allah tarafından çok sevildikleri için uyarılmışlar. Uyarı bir dostluk görevidir. Bunu doğru okumalıyız. Lider ve İmamları günahsız ve masum görmek Kur’an’ın muhtevasına aykırıdır. Yüce Allah’ın seçtiği peygamberler yanılır da bizim seçtiğimiz imam ve liderlerimiz yanılmaz öyle mi? Namazda imam yanılınca cemaatin subhanellah demesi suç değil sünnettir. Teemmül ola!