• DOLAR 34.659
  • EURO 36.372
  • ALTIN 2929.497
  • ...

İslam dini hem dünya hem de ahirete bakan değerler sistemine sahip ilahi bir nizamdır. İslami sistemde ibadet, irfan, siyasal ve toplumsal yapı için düzen ve disiplin ilkeleri bir bütünlük içinde ele alınan ilahi değerler bütünüdür. İslami sistem, dünyada var olan sistemler içinde, insan hayatının tüm alanları için kapsayıcı ilkeler vaaz eden mümtaz bir hayat sistemdir.

İslam, Yüce Allah tarafından gönderilen tüm Peygamberlerin dini olan Tevhidin ortak ismidir. Bu manada İslam, tüm insan topluluğu için gönderilen evrensel bir dindir. Bu manada hem kul-ilah, hem insanın insanla olan ilişkiler bakımından hem de dünya ahiret dengesinde, insan
hayatının açık, gizli, ferdi ve ictimai tüm alanlarına müdahale eden tek sistem İslami sistemdir. İslam’ın insan hayatını her yönüyle ele alıp ilkesel kaidelere bağlama hususunda beşer bazında bir benzeri yoktur. İslam dininin müdahil olmadığı ve başıboş bıraktığı insani bir alan yoktur.

Fakat şu da vardır ki, dünyada insan hayatı sürekli tekamüle doğru bir seyir içindedir. Haliyle insan hayatı ona göre sistematik bir biçim almada her gün farklı bir takım gelişmeleri beraberinde getirmektedir. Binaenaleyh, asr-ı saadette ilk İslam dini Mekke’de zuhur edip gelişme gösterdiğinde ilkesel olarak sayılı bir kaç ilke üzerine on üç yıl devam etti. Daha sonra ilk devlet bazında İslami bir sistem olarak Medine, İslam devletinin(şehir devleti manasında) site devleti, elliye yakın maddesiyle daha geniş bir hale oturtuldu.

Medine’de kurulan ilk İslami devletin genişlemesi, siyasal sistemin, çağdaş siyasal yapılar gibi bir düzen ve disiplin içinde kurumsal bir yapı olduğu hususunda tüm araştırmacılar hem fikirdirler. Tabi ki bu isimsel bazda değil de uygulama pratiğinde böyleydi. Bu sistemin o gün itibariyle ilk olarak başında bir Peygamberin bulunması ve ilk anayasa maddelerinden hiçbirisinin ayet metni olmayışını zihin dünyamızda iyi tasavvur etmemiz gerekir. Bu din dünyaya bu kadar müdahildir. Yani kurulan bu sistem dini bir sistemdir. Bunun iki delille izahı mümkündür. Birincisi: Bu sistemin kurucu ilk başkanı bir Peygamberdir. İkincisi: Kurulan ilk Medine İslam sisteminin anayasal ilkelerinin Yüce Allah tarafından onaylanması.

Yüce Allah ve Peygamberin kurdukları bir sistemin ilke ve prensipleri de şüphesiz ki ilahi olur. Yani, bu sistemin dini temelli bir toplumsal düzen olduğu apaçık bir şekilde ayan beyandır. Demek ki, hiçbir kimse İslam dininin dine dayalı bir sistem olup, dünyaya ait bir siyasal sistem ve nizamı yoktur diyemez. Daha sonra İslam devletinin sistemsel varlığı genişledi ve sınırlarına her gün yenisi dahil olarak devam edegeldi.

Peygamberin hayatında din O’nun şahsında bilinip, müşkülatlar bizzat O’ndan sorularak hal edildiği için isimsel bir ilkesellik ihtiyacı hissedilmiyordu. Bu manada bariz bir şekilde kurumsal ve isimsel bir yapılanmaya gidilmemişti. Bu durum sadece toplum nizamı açısından değil, ilim ve irfan açısından da bu böyleydi. Mesela; tecvid, tefsir, fıkıh, akaid...Gibi konular da isimsel bir çalışma yoktu. Ama tefsir, fıkıh ve akaid gibi konular pratikte eksiksiz olarak tatbik  diliyordu.

İslami sistemde var olan ilahi düzenin iki yönünü göz ardı edemeyiz. İslam hem öznel hem de nesnel ilkeleri olan cihanşümul bir sistemdir. Demek ki İslam dini, hem nesnel hem de öznel olarak her varlığın insanla olan bir ilişkisinin varlığını beyan eder. Ve bunun üzerine ilkesel  larak ya vucubiyet ya kerihiyyet veya ibahiyet olarak mutlaka ama mutlaka bunlardan birine  ahildir.

Buradan hareketle İslami sistemin emaret konusunda sorumluluk ve amirliğinde insan yetkilidir. Bu da kendi içinde, Teşri’i ve Tenfizi emaret diye ikiye ayrılır. Hz. Muhammed (sav)
zamanında Teşri’i ve Tenfizi emaretin ikisi de Peygamberimizdeydi. Dört büyük halife zamanında da her iki emaret bir eldeydi o da halifedir. Ama Asr-ı Saadet’ten sonra Teşri’i emaret ulemaya, Tenfizi emaret umeraya geçti. Bu emaret konusunu içeren ayetlerden biri Nisa/59. Bu ayette itaatın “Ulul Emre” yapılmasını farz kılmaktadır. Emevilerde, “Ulul-Emr” Teşride ulemaya, tenfizde sultanlara geçti. Yani Hz. Muhammed ve dört büyük Halife, hem şer’i fetva vermede, hem de devletin idari makamında idiler. Daha sonra gelen Emevi saltanatında ulemanın tenfizi idareden el çektirilmesiyle teşri’i emaret ile tenfizi emareti birbirinden ayrı tutuldu.

Devam edecek.