• DOLAR 34.656
  • EURO 36.323
  • ALTIN 2919.467
  • ...

İnsan hakları açısından “adaleti” anlamaya çalışacağız. Adaletin izahına baktığımızda önümüze iki ana mesned çıkmaktadır. Birincisi; İnsan haklarının ilahi boyutu. İkincisi; İnsan haklarının beşeri boyutu. Toplum yönetimi hayati önem taşıyan bir konudur. Yönetimin temel esası adalettir. Yüce Allah hayatın en önemli boyutunu insanlara bırakması mümkün değildir. İnsan topluluklarını idare eden kurallar ya ilahi ya da beşeri olmalı. İlahi ilkeler kusursuz. Beşeri kurallar mutlak kusurlu olur. Çünkü kul kusursuz olmaz. Mülk/14 Kur’an ve Sünnetin ana teması adalettir.

Adaletin kaynağı ile adaletin işleyişini karıştırmamalıyız. İslami yönetim açısından devletin temel ilkeleri dine dayalıdır. “Devletin dini adalettir” diye bir deyim var. Bu sözün Hz. Ali’ye (r.anh) ait olduğu söyleniyor. Delil bakımından Hz. Ali’ye ait olup olmadığı tartışılabilir. Ancak bu bir nas olsa bile, asla İslam devletinin temel ilkeler bazında dine dayanmayan bir adaleti uygun görmesi anlamına gelmez. İslam devletinin dini ilkelere dayanmadığı anlamına hiç gelmez.

            Çünkü, İlk Medine İslam devlet başkanı Hz. Muhammed’tir. Rabbimiz, ibadetlerde O’na tabi olmayı, emir-işler hususunda O’na itaat etmeyi emretmektedir. İnsanlar arasında verilecek hükmün “adalet” ve “kıst” (Nisa/105) ile olmasını emreden ilahi kitaba inanıyoruz. İslam itikadına göre İslam devletinin dini İslam’dır. Din devletsiz, devlet dinsiz olmaz. Yahudi, Hristiyan ve diğer muharref dinler için dini ilkelerden bağımsız iddiası doğru olabilir ama İslam dininin toplumsal yapıya verdiği önemi bilen hiçbir Müslüman veya insan bunu İslam dini için asla söyleyemez. Allah’ın dini dışında adaletin olabileceğini söylemek, hafizenallah Kur’an’ın iniş amacına aykırıdır. (Hadid/25)

Şöyle bir soru sorulabilir; Peki Müslüman olmayan her insan zalim mi? Kafir olduğu halde adaletli davranan insanlar hiç yok mu? geçmişte de gelecekte de gelemez mi? Tabi ki! Niye olmasın. Ancak sistemsel olarak İlahi adalet gibi evrensel bazda adil bir sistemin kurulması mümkün değildir. Yani sistemsel olarak, beşer kendi arasında ilahi adalete rağmen, bir adaleti sağlayamaz. İlahi haktan başka sistemler batıldır. (Yunus/32) Şeriatımıza göre ilahi hak indikten sonra, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın (a.s) şeriatlarını iddia etmek bile batıl iken hiçbir dine dayanmayan beşeri bir uygulama nasıl olur da adil kabul edilebilir ki? Eğer beşer hükmedecek sistem adil olabilseydi ilahi sisteme bir hacet kalmazdı.

İlahi sistemin ana mihveri adalettir. Adalet, ilahi sistemden alınsa ortada din diye bir şey kalmaz. İlahi nizam birdir o da İslam’dır. Kur’an ve sünnet tarafından temel ilkeleri belirlenmiş, İslam içtihadı ile genişletilmiş bir muhkem nizamdır. Bu nizamda, İslami ve insani değerler iç içedir.

Adalet denilince, akla insani hak ve hürriyetler gelir. Bu manada bazen beşerin de bir takım insani ve vicdani bazı ilkelere riayet etmeleri tabi ki mümkündür. Mesela; Mısır firavunları içinde en adil olan Hz. Yusuf zamanındaki Firavundur. En büyük devrimi faiz hususunda attığı adım kabul edilir. O da, faiz mevduatında verilen sermaye ne ise faizi de o oranda olması lazım. Bir para veren iki paradan fazlasını alamaz diye kural koymasıdır. Ama Hz. Yusuf ile vezirin karısı için verilen kararı hepimiz bilmekteyiz. Bazen veya bazılarına göre beşeri sistemler kendi içinde kıyaslandığında biri diğerinden biraz adil görülebilir ama İslam’ın evrensel adaleti gibi bir adaleti beşerin sağlayabilmesi mümkün değildir. Bu manada, İnsan haklarının İlahi beşeri boyutu diye ikiye ayırarak bir anlam vermek sakat bir anlayıştır.

İslam adaletinin sadece Müslümanlarla sınırlı olduğunu zannetmek elbette yanlıştır. İslam dininin adaletini Müslümanlarla sınırlandırmak din-i İslam’ı evrensel din olmaktan çıkarmak demektir. Bu da apayrı, yanlış bir dini tasavvurdur. İslam adaleti sadece İslam toplumuna tatbik edilen mahdud bir adalet değildir. O, alem için evrensel bir nizamdır. İslam adaletinin hedefi bu dünya ve içindekileriyle de sınırlı değildir. Çünkü o iki cihanın dengesidir. Dünyada toplumsal sulh ve barışın sağlanması iken evrensel kadrajından bakarak kainatın tümünü içine alan, her bir canlı ve cansız varlığın kendi varlık sebebi üzerinden İslam adaletinde mutlaka yeri vardır. Yani her varlığın kendi varlığını sürdürebilmesi için, makul, müşfik, medeni bir bütünlük içinde İslam adaleti onu alır ve varlığına dair en adil ilkeyi belirler.

İslam’ın adalet nizamında kainat ve içindekileri asla birbirinden bağımsız görmez. Tüm kainatı yüce Allah tarafından yaratıldığı gibi idare ve tasarrufunu da Yüce Allah’a ait kabul eder. (A’raf/54) Biz kainata bir mizan koyduk, sakın onu bozmayın. (Rahman/7-8) Tevhidi düşünce dediğimiz de işte budur. Bunun muhalifi ise Allah’ı yaratan kabul ettiği halde toplumsal egemenliği kula veren müşrikler durumuna düşmüş olur. Hafizenallah!

Yani, İslam adalettir. Adalet de İslam’dır. Eğer Devletin dini adalet ise, adaletin de dini İslam’dır. Yoksa adaletin İslam’ın dışında bir sistemde olabileceğini söylemek Kur’an ile çelişen yanlış bir din tasavvurudur. Konu hakkında Nisa/105, Maide/42 ve Hadid/25 ayetlerinde daha detaylı bilgiye ulaşılabilir.