İSLAM’IN TOPLUMSAL YAPILANMASINDA HİCRET
Dünya hayatında “Hicret” Peygamberlerin ortak hareket noktasıdır. O, Peygamberlerin tebliğ ettikleri tevhidi davanın ağırlığını anlamayanlardan korumak için davayı başka bir yere taşımak demektir. İlahi davanın içinde bulunduğu toplumun tahammülsüzlüğü sonunda yeni ve verimli bir ortama onu taşımaktır. Bir dava insanı için hicret iyi bir bilenme unsurudur. Mağdurluk istenen bir şey değildir. Ama iyi değerlendirildiğinde siyasal ve sosyal açıdan bir nimet kapısıdır.
Hicret, dünyayı ve dünyevileşmeyi elinin tersi ile itebilen bir ruhi olgunluktur. Allah’a ve o’nun dinine yüzünü çevirip, davaya hız vermek için yapılan her değişiklik bir hicrettir. Baskı gören davanın selameti için en sevdiğinden vazgeçmektir. Kısaca, çile içinde bir izzetin tadını anlayabilmenin adı hicrettir. Hayırlı ve bereketli bir acıdır. Biz bunları Resul-i Ekrem’in Mekke'den çıkarken “Hazvere” Mevkii’nde Mekke'ye seslenişte görüyoruz. O şöyle seslenmişti; “ Ey Mekke! Sen beldelerin içinde Allah’a en sevimli ve yakın olanısın. Çıkarılmamış olsaydım seni terk etmezdim. Senden başka bir yeri yurt edinip oraya yerleşmezdim.”
Yüce Allah, Resul-i Ekrem’i teselli ederek; “Kur’an’ı sana farz kılan (indiren) Allah, elbette seni (gereken yere) tekrar döndürecektir. De ki; kimin doğru yolda yürüdüğünü, kimin de apaçık bir sapıklıkta olduğunu en iyi Rabbim bilir.” Kasas/85
Hicret, bir toplumun değişim ve dönüşüm içinde, siyasal ve içtimai inkılabın en büyük sacayağıdır. İslam’ın fethettiği gönüllerle ülkelerin fethine başlamanın ilk adımının atılmasıdır. Resul-i Ekrem’in hicretinin en dikkat çeken taraflarından biri de O’nun herkesten sonra hicret etmesidir. Allah Resulü’nün ibadetlerde olduğu gibi dünyevi hususlarda da diğer insanlardan farklı yönleri vardır. En son hicret etmesi de bunlardan biridir. İkincisi, Tevbe/122. Ayeti kerimede müminlere toptan savaşa gitmemeyi emrettiği halde, Resul-i Ekrem’in tüm büyük savaşlara başkomutanlık sıfatıyla kendisinin komuta etmesidir. Bu ayeti kerimenin içeriği ile Resul-i Ekrem’in savaşa komuta etme stratejisini iyi anlamamız gerekir.
Resul-i Ekrem’in savaş komutanlığı yapması, en son hicret etmesi ve hicret esnasında düşmanın emanetlerini teslim etmek için Hz. Ali’yi ölüm döşeğine yatırması. Bu üç stratejik konu hakkında çok şey yazılabilir.
Dünyada ilk İslam devletinin toplumsal anayasa metnini hazırlayan bir Peygamberin bu yönünü göz ardı edemeyiz! Elliye yakın maddesi olan ilk Medine İslam devletinin hiçbir maddesi ayet değildir. Maddelerinin bir kısmı Resul-i Ekrem’in, bir kısmı gayri müslimlerin görüşleridir. Bu anayasa metni İlk İslam anayasasıdır. Yüce Allah Medine İslam devletinin hiçbir maddesine karşı herhangi bir uyarıda da bulunmadı. Allah’ın hükmü ile hükmetmeyi herkesten iyi bilen Hz. Muhammed'e (sav) ümmet olarak bir de bu gözle bakmamız gerektiği kanaatindeyim. Allah’ın hükmü ile hükmetmek, Allah’ın hükümlerine ters düşmeden hükmetmek demektir. İlk Medine İslam devleti anayasası bunu beyan etmiştir.
Ümmet olarak hicret esnasında üzerinde durmamız gereken hususlardan biri de on iki bakanlar kurulu veya birlik komutanları gibi Nakibler grubunun kurulmasıdır. Dokuzu Hazreç ve üçü de Evs’tendi. Başlarına da bir kişilik Nakibun-Nukeba tayin edildi. O da Esat b. Zurare’ydi. Aslında Müslümanların tüm hicretlerinde sürekli başlarında bir Reis/Başkan bulunuyordu. On iki nakibi Resul-i Ekrem seçer. Ama Esat b. Zurare’yi kendi aralarında onlar seçtiler. Başlarında da Musab b. Umeyr vardı.
O gün itibariyle dünya böyle bir disipline şahit olmadığı bir zamanda tüm bunlar yapıldı. Hicretle başlayan Yesrib’in adı önce Darul-Muhacirin olarak ilan edildi. Ondan sonra Medine İslam devleti kuruluncaya kadar ismi buydu. Demek ki İslam medeniyeti Medine’de kurulan Medeniyetle elde edildi. O koca Medeniyetin de Darul mühacirlikten sonra kurulması çok manidar. İslam medeniyetinin harcı muhacir Müslümanlar, temel taşı da hicrettir. Muhacir ve Hicreti olmayanın Medeniyeti olmaz.