Toplum ve akademia dindarlığı
قال الملأ الذين استكبروا من قومه للذين استضعفوا لمن آمن منهم أتعلمون ان صالحا مرسل من ربه قالوا إنا بما ارسل به مؤمنون
“ Kavminin büyüklük taslayan ileri gelenleri, küçük görülüp ezilen inanmışlara, siz Salih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyor musunuz? Dediler. Onlar da biz şüphesiz onunla gönderilene inananlarız dediler.” (A’raf/70)
Din yüce Allah’ın kulları için uygun gördüğü değerler sistemidir. Din kul ilişkisi ilk insan ile beraber var olmuştur. Çünkü din peygamberlerin peygamberliği vesilesi ile insanlara gönderilmiş ilahi talimatlar bütünüdür. İlk insan Hz. Adem olduğu gibi, ilk peygamber de yine Hz. Adem (as)dır.
Daha önce gönderilen din, zaman içinde insanlar tarafından sonradan tahrif edilmiştir. Konuyu teba ve itizalciler (İtaat edenler ve sorgulayanlar) üzerinden, Kur’an-ı Kerim ayetleri bağlamında anlamaya çalışacağız. Daha önce gönderilen tevhid dinin esasları üzerinde yapılan tahrifatın faillerinin kimlikleri ve böyle bir eyleme gitme sebebini anlamamız lazım. Bu araştırmayla elde edeceğimiz Kur’anî bilgi ve belgeler, günümüzde dinde sapmaların anlaşılmasında kaynaklık edecektir.
Binaenaleyh, insanın varlıksal olarak diğer canlı varlıklardan ayrıldığı özelliklerin başında, tüm bilgilerini doğuştan değil de sonradan elde ettiği kazanımlardan almasıdır. Bu boyutu ile insan; hayatı boyunca her gün yeni kazanımları elde etmeye muktedir bir fıtrat üzerine yaratılmıştır. Sürekli ilmine yeni bir şeyler katabilen insan, adeta zihinsel bir hazine sahibi. Bilgiye ulaşıp ilmini ilerletme hususunda ucu açık bir yapıda olan, hayattaki tahayyülde terakkiyat ile insan bazen kontrolden çıkabilir. Öyle ki, bu konuda bazen beşer sınırlarının dışına çıkarak Hududullah’ı çiğneyebilir. Onun için ilahi dinin ilk hudud kapısı “لااله” ile başlıyor. Dikkat edildiğinde dinin temel esası ve Kur’an-ı Kerim’in üzerinde durduğu en önemli konu, kulun O’na eş koşma hadisesinin asla af edilmeyeceği hakikatidir. Geçmiş tarih içinde dinde tahrifatı yapanların kimler olduğu, Kur’an’ı araştıran her insana, bunların dinde bilge olan ruhban ve ahbarlar taifesi olduğu, Kur’an’da net bir şekilde gösterilmektedir. (Tevbe/31) Gibi daha birçok ayeti kerimede bu net bir şekilde belirtilmiştir.
Yani dini dindarın ahbar( dinde Akademik) olan sınıfı kendi kişisel görüşlerini ilahi emirler olarak kabul ettirerek, dinlerini muharref din haline getirmişlerdir.
Aslında sosyolojik olarak zayıf kalabalıklara tahakküm eden üç çeşit güç vardır. Bu üç güç, silah kuvveti, mali kuvvet ve bilgi kuvvetidir. Bunların hiçbirini diğerinden bağımsız düşünemeyiz. Ancak, askeri(silah) güç ile mali güç gelip geçicidir. Ama bilgi gücünün etkinliği daha kalıcıdır. Daha kalıcı olan aynı zamanda daha fazla etkileyici de olur. Konunun başına aldığımız (A’raf/70) Ayetin bahsettiği gibi “ملا” üstün azınlık, zayıf çoğunluğa bir algı operasyonu çekmek istiyor. Üstün azınlık bilgi üzerinden onları vurmaya çalışıyor. Zayıf düşürülmüş dindar toplum ise iman üzerinden bir savunma pozisyonuna giriyor. Bu nüktenin anlaşılması ile konunun da anlaşılacağı kanaatindeyim.
Dindar toplumun imanı, kibirli ve gururlu bilgi sahiplerinin bilgisine galebe çalar. O ekabir, akademiya üstün bilgi birikimine sahip olanlar şunu söylemişti; “ لمن آمن منهم اتعلمون أن صالحا مرسل من ربه” bu bilgeliğin verdiği kibre kapılanlara karşı, ezilen, güçsüz bırakılmış mustazafların cevabı bilgi yerine iman ile olmuştur. Mustazaflar dediler ki; “ قالو انا بما ارسل به مؤمنون “ Vahyin kontrolünden çıkmamış bir ruhun imanı kurtuluş sebebi olmuştur. Ama, nefsin emrine girip yüce Allah ve O’nun dinini sorgulayacak derecede kirlenmiş bir ekabir(akademia)’nın bilgisi sürekli isyan sebebi olmuştur. Dolayısı ile imanın bilgiden daha kıymetli ve kurtarıcı olduğunu görüyoruz.
Toplum dindarlığının karşısında akademia dindarlığının ölçüsü işte budur. Burada yanlış bir bakışa mahal vermemek gerekir. O da şudur; ilim ve cehaletin karşılaştırılması ile iman ve bilginin karşılaştırılması ayrı şeylerdir. Bir bilgi, sahibini amele götürüyorsa o ilimdir. Eğer kişinin elde ettiği bilginin sahibi açısından pratikte bir aksiyonerliği yoksa o salt manada bilgidir. Konu olarak, dindarlık dediğimiz mütedeyyin insanın hiyerarşik olarak durduğu yer ile akademia kesiminin durdukları yeri, Kur’an’dan anlamaya çalıştık.