Ne Ekersek Onu Biçeriz...
Günlerdir Sıla bebek ve Narin kızımızın hunharca katledilmesi üzerinden sosyolojik pek çok analiz yapılıyor.
Bilhassa Narin olayı üzerinden, toplum mühendisliğine soyunanlar, dedektiflik dersi verenler, bu olaylara karşı tepkilerini şova dönüştürerek kişisel egolarını tatmin etmek suretiyle, gündemde kalmaya çalışanlar, daha önce pek çok kız çocuğuna bu minvalde yapılan zulümlere sessiz kalıp, şimdi ise bu olaylar üzerinden duyar kasarak, kirli bir algı ve manipülasyon oyunu oynayanlar...
Siyasi rant devşirenler, bu vesileyle dine, aile kurumuna, kutsal değerlere olan düşmanlıklarını ortaya dökenler..
Ne ararsanız var..
Ancak tüm bunlar bir tarafa, bu ve benzeri olayların, toplumsal çürümenin ve ahlâkî yozlaşmanın birer sonucu olduğunu kabul eden büyükçe bir kesim de var ve son derecede haklılar...
Aile içi ve sosyal yaşamın her alanında, mahremiyet sınırlarının aşınması, bu konuda huzur ve güven kaynağı olan ilkelere dair, hassasiyetlerin hızla erimesi ve elbette, toplumun tamamında hızla yayılan iffetsizlik hastalığı, bu ve benzeri olayları tetikleyen en büyük etkenlerdendir.
Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan bir toplum, elbette ki mahremiyet ve merhametten yoksun bir topluma dönüşür.
Mahremiyet ve merhametten yoksun bir toplumda ise en büyük zararı önce savunmasız ve masum çocukların görmesi ise maalesef ki, kaçınılmazdır.
Fakat bu son gelişmelerle birlikte esefle şahitlik ettiğimiz bir durum söz konusu. Bilhassa işin medya ayağında, kim konuşsa, bu durumdan yana şikayetini ve üzüntüsünü beyan ediyor. Toplumsal çürümüşlükten yakınıyor. Yani yine herkes iyi, herkes sütten çıkmış ak kaşık.
Şairin dediği gibi; “Herkesin niyeti iyiyse biz kötüyü kimden gördük?”
Toplumsal çürümüşlüğe bizzat aktif bir şekilde katkı sunan TV yapımları, sosyal medya programları, yazılı ve görsel basın içeriklerini sorgulamak akıllarına gelmiyor niyeyse?
Sahi her türlü iffetsizliği sere serpe ortaya döken, ahlaksız insanların bilfiil icra ettikleri edepsizlikleri bizzat onların ağızlarından servis eden ve kedinin aklına ciğer düşüren sabah ve öğle kuşaklarının seviyesiz programlarının bu çürümüşlükte hiç payı yok mu!?
Veya her türlü çirkefi, ahlaksızlığı, zinayı ve fahşayı cici senaryolarla kılıflayarak, iffetsiz, erdemsiz rol model (!) karakterler üreten, toplumun duyar reflekslerini körelten, insanların evlerine birer bomba gibi düşen dizi filmlerin ve yapımcılarının hiç mi suçu yok!?
Hakeza her türlü müstehcen fiili ve sözü yayan, insanları bunları duymaya alıştıran, kanıksattıran, sosyal medya soytarılarının hiç mi dahli yok!?
Elbette var!!!
Şimdilerde ise duyar kasma cüretinde bulunabiliyorlar utanmadan...
Bu cesareti nereden mi alıyorlar dersiniz?
Elbette kırdıkları reyting rekorlarından, Türkiye dışına, bilhassa Asya ve Ortadoğu ülkelerine ihraç ettikleri dizi film oranlarının tavan yapmasından, takipçi ve beğeni sayılarının her geçen gün artmasından ve elbette sırtlarını sıvazlayan ağa babalarından...
Üç beş tepki, üç beş eleştiri onlar için hiçbir şey ifade etmiyor...
Çünkü toplumun çoğunluğu ve maalesef buna mütedeyyin, muhafazakâr ve minvalde hassasiyet sahibi her kesimi de ekleyebiliriz, iyiyi, güzeli desteklemek, duyurmak, kol kanat germek, sahiplenmek konusunda birlik olamıyor.
Ama kötülük bir ur gibi hızla büyüyor.
Sonuca da şaşırmamak gerek..
Rüzgâr ekiyoruz, fırtına biçiyoruz...