Aile yangınlarına Al-i İbrahim’den ab-ı hayat taşımak
Birileri çıkıp da ‘aile yangınlarımız mı var?’ diye bir sual etmez ve ailelerimizde yangınlar var demekle, yani malumu ilam edince, sanki bu yangınları hiç yoktan bizim çıkardığımız ve toplumu gereksiz karamsarlığımız (!) sebebiyle, gerdiğimiz vehmine kapılmazlar diye umut ediyoruz...
Bir sorun varsa vardır ve varlığını kabul etmek, çözüm yolları aramak ümit etmenin, karamsarlığa teslim olmayıp, gayret etmenin ta kendisidir.
Var olan sorunu görmemek, duymamak, konuşmamak ise, o sorunun varlığını ortadan kaldırmaz. Bilakis, sorunun daha da büyümesine ve telafi edilemeyecek bir raddeye gelmesine neden olur. Bu da gafletin ta kendisidir.
Evet!
Ailelerde türlü çeşitlerde, farklı kıvamlarda, değişik boyutlarda yangınlar var ve bu yangınlarda evlatlarımız, imanlarımız tutuşmuş yanıyor!
Bunu dile getirmeyi varsın birileri, birilerine sataşmak, gereksiz bir uğraşla uğraşmak gibi görüversin. Kavlimiz ve feryadımız Üstadın kavli ve feryadı nev’indendir...
Bana:
“Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar.
Farkında değilim; karşımda müthiş bir yangın var..
Alevleri göklere yükseliyor, içinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor.
O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. (Bediüzzaman Said Nursi)
Sorunu kabul etmek, çözümün yarısı eder. Bu uzun girizgah o sebepten.
O halde madem yangınlarımız ve bu yangınların ateşinde yananlarımız var, peki nasıl söndüreceğiz o yangınları!?
Modern zamanda pek çok ailevi sorun için önerilmiş çokça şey, muhakkak vardır.
Hakeza adres gösterilenler; aile danışmanları, psikologlar, pedagoglar, doktorlar, şahsi maneviler, uzmanlar, hocalar vs.
Elbette tüm bunlara itidalli bir şekilde, ihtiyaç duyulduğunda müracaat edilmesi gerekebilir.
Ama bunların haricinde, Rabbimizin yüce hayat kitabında, bizlerin dertlerine derman, sorunlarına çözüm olarak, adeta reçete edilmiş rehber aileler var değil mi?
Al-i İbrahim de bu ailelerin en önde gelenlerinden...
O İbrahim ki, kaç ateşten Rabbine sadakati, itaati ve sabrıyla salim bir şekilde çıkabilmiştir.
Nemrut’un ateşi en çok anlatılan..
Oysa can yoldaşı Hacer’ini ve can parçası İsmail’ini ıssız bir çölde, hıçkırıklarını içine gömerek, rızayı ilahi uğruna, teslimiyetini bir köz gibi gönlüne bastırıp sabretmesi, çok daha tarifsiz bir yangındı...
Peki ya İsmail’ini kurban etme buyruğu gelince nasıl yanmıştı!?
Tarifsiz bir yanma, tarifsiz bir imtihan ateşi...
Ve elbette bu imtihan ateşlerinde ailece yandılar. Hz. Hacer (r.a) ayrı yandı, Hz.İsmail (a.s) ayrı yandı. Yandıkça güzelleştiler abdiyyet makamında, pişerek aşkın sıcaklığında, seçilmiş kullar gülistanında, en seçkin güller ve muttakilere öncü rehberler oldular.
Sahi ne yapmıştı Hacer annemiz ıssız çölde kalınca?
Olumsuzluklar, eksikler, yokluklar üzerinden tükenmişlik moduna girerek oturup depresyon mu takılmıştı haşa...
Elbette hayır!
Sabır, teslimiyet, tevekkül ve umut ile Safa ve Merve tepeleri arasında tüm gücüyle koşmuştu...
Öyle ya, teslimiyet sembolü İsmail, ye’se düşen, tembellik ve gevşeklik gösteren, pes eden, mızmızlık eden, şımarıklık gösteren, imtihanlara karşı bunalım sarmalında boğularak yerine çakılan pasif bir annenin değil, sorun ve sıkıntıları rızayı ilahi için bir tarafa atan, Allah varsa çare vardır diyerek koşuşturan, çabalayan, çözüm arayan, azmeden, şecaatiyle, itaatiyle destanlaşan Hacer’in oğluydu...
İşte bu mektebin talebesiydi İsmail...
Sabrın, itaatin, tevekkülün dersini bu anneden almıştı.
O anne ki sadece kadınlara örnek değil!
Yüzyıllardır milyonlarca adam, Hacer gibi koşmadan, Hacer’i taklit etmeden Hac ibadetini yerine getiremiyor.
Evet yangınlarımız var!
Evladının namazı için çırpınan, oraya buraya bir çare için koşturan annelerimiz var!
Kızının iffeti ve tesettürü için kahrolan, yanan babalarımız!
Yavrularının imanı ve ahlâkı için gözyaşı dökenlerimiz!
Eşleriyle, aileleriyle imtihan olanlarımız, varlıkla veya yoklukla sınananlarımız, hastalıklarla, dertlerle boğuşanlarımız!
Hülasa asrın imtihan yangınlarında yanmayan mı var?
Kurban Bayramına sayılı günlerin kaldığı şu mübarek zamanlarda, Allah’a yakınlıklarıyla, tüm yangınlarını söndürebilmiş, pek çok ibadetimizde duaları ve izleri olan bu güzide aileden öğreneceğimiz çok şey var...
Onları özetleyen şu hadis ne kadar manidardır:
Kim bütün dertlerini bir tek dert haline getirirse (yalnız ahireti düşünürse), onun dünyevî ve uhrevî dertlerini /sıkıntılarını gidermeye Allah kâfidir. Kimin dertleri, dal budak salmışsa, (kim de dertlerini çeşit çeşit yapar ve çoğaltırsa) Allah onun dünyanın hangi vadisinde helak olacağına aldırış etmez.”
(Hâkim, el-Müstedrek, 7934)
Gelin tüm yangınlarımıza, tevhidi hayatlarının merkezine, itaati, teslimiyeti, tevekkülü plan ve programlarına almış, rızayı İlahiyi de hedeflerine koymuş, Al-i İbrahim’den ab-ı hayat taşıyalım.
Ta ki, asrın yangınları ailelerimiz için serin ve selamet olsun...