Sesler ve sloganlar arasında kaybolmasın bu nida “İhlasa devam!”
İnsana karşı ilk algı ve manipülasyon oyununu oynayan hiç şüphesiz İblis aleyhilla’ne idi. Allah Azze ve Celle tarafından takdir edilmiş helâl dairesinin kâfi gelmeyeceğine dair, ebediyet ve sınırsız özgürlük sloganı ve algısıyla Hz. Adem ve Hz. Havva’nın zihnini ve kalbini böyle bulandırmış, bu oyununu ise Allah (c.c) adına yalan bir yemin edip, kendisinin sadıklardan olduğuna inandırarak pekiştirmişti. Böylece kendi çıkarı, kini, ihtirasları ve hain emelleri için ustaca bir manipülasyon oyunu oynamıştı.
Dikkat edecek olursak, bu algı ve manipülasyon oyununda İblisin en büyük aldatmacası; yanlışı-doğru gibi, kötülüğü-iyilik gibi göstermesi, bu konuda Hakk ve hakikat için mücadele eder gibi büyük bir azimle çabalamasıydı.
İblisin ve dostlarının insanla olan bu savaşı ve bu savaştaki stratejisi hiç değişmedi, kıyamete kadar da değişmeyecek.
Sahi ne demişti İblis yüce Rahman’a karşı?
“(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” dedi.” (Hicr,40)
“Yeryüzündeki kötülükleri onlara güzel göstereceğim!”
Buradan da anlaşılacağı üzere kötülük icra eden her insan, “kötülük yapayım, kötü olayım” diye kötülüklere kucak açmıyor. Bir yanılsama halinde, iyiliğe kucak açtığını sanarak, güzelliğe doğru yol aldığını var sayarak, kötü insanlar zümresine dahil oluveriyor.
Üstelik bu yanılsamayı sadece sosyolojik olarak yaşamıyor, kendi özelinde/nefsinde de psikolojik olarak yaşayabiliyor.
Yaptığı fiiler, düşünceleri, hedefleri, insani ilişkileri kötü ve yanlış olduğu halde, İblisin oyunlarıyla kendisine iyi, doğru ve güzel olarak gösteriliyor. Böylece azıp, haddi aşabiliyor.
Bu oyunlardan kurtulabilen hiçbir insan yoktur ve olmayacaktır da!
Ancak; ayette de belirtildiği gibi, “ihlâslı olanlar” müstesna...
Son yıllarda, özel ve genel olarak şeytan ile dostları merkezli pek çok algı oyunu konusundaki en büyük handikapımız, meseleye ihlas kavramı ekseninde bakmayıp ve haliyle bu açıdan değerlendiremeyişimizdir.
Çok okuyoruz!
Çok biliyoruz!
Hayata dair yeni ve relaks, harika stratejiler geliştiriyoruz!
Kişisel gelişim adı altında enaniyetimizi, “sevgili kendim” mottosuyla muazzam bir şekilde itidalle(!) motive ediyoruz!
Siyasi, kültürel, aktüel vb. her alanda gelişiyor, geliştiriyor ve özümüzü koruyarak(!) değişiyoruz!
Sahi tüm bunları yaparken ihlâsı nereye koyuyoruz?
Değişmez bir ölçü olarak hayatımızın merkezine mi alıyoruz ya da unutulmuş, vakti geçmiş bir kavram olarak görüp, kendimize asrın ihtiyaçlarını karşılayacak(!) yeni ölçüler mi ediniyoruz?
Hangisi?
Vallahi de billahi de eğer ihlâsı her alanda, her koşulda, merkeze almıyorsak ve ihlâslı kullar zümresinden olmak gayesiyle daima dikkat ve rikkat halinde değilsek, her konuda ama her konuda İblisin ve avenesinin algı ve manipülasyon oyunlarına kurban gideriz.
Hem özelde hem genelde...
Her fertte hem cemiyette...
O halde ihlâslarımızı, ihsan duygusuyla şöyle bir gözden geçirsek nasıl olur?
Elbette ihlas duygusunu koruyacak ve pekiştirecek en önemli etken ahirete yakinen inanmak, idrak etmek ve bu duyguyu daima aktif bir şekilde diri tutmaktır. Hayatı da bu ölçüyle tanzim etmektir.
“(Ey Muhammed!) Güçlü ve basiretli kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da an. Şüphesiz biz onları, ahiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) ihlâslı kimseler kıldık.” (Sad,45-46)
Öyle çok bulaştık ki dünyaya ve dünyalıklara, her şeyi dünya ölçekleriyle ölçer olduk.
Oysa asıl hedefimiz daima Rızayı İlahi ve Ahiret yurdunda sağ tarafımızdan verilecek tertemiz bir sayfadır..
Bu hedef ve bu hedefe hizmet edecek her şey için, İblisin ve uşaklarının oyunlarından, tuzaklarından ve nefsimizin şerrinden korunmak için tek çare, tek reçete olan; ihlasa devam!
Ey Rabbimiz, kendimiz ve ehlimiz için en öncelikli duamız, biricik örneğimiz ve rehberimiz Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) duasıdır.
“...Allah’ım! Ey Rabbimiz ve her şeyin Rabbi! Beni ve ailemi dünya ve âhirette her an sana ihlâsla bağlı kıl. Ey yücelik ve ikram sahibi!...” (Ebû Dâvûd, Vitr, 25)